30 Temmuz 2019 Salı

Bu ülke

   Geçtiğimiz anneler gününde almıştı bu kitabı sevgili eşim. Annelik nasip olmadı bana. Şu saatten sonra olur mu bilmem.  Rabbim bilir. Hiç bir konuda ihtirasla istememeyi öğretti yıllar bana.  Annelik de öyle bir arafta konu benim için.  Olsa süper olur ama olmuyorsa da vardır Mevla'nın bir bildiği düşüncesindeyim yani.  Sevgi dolu anne evlat diyaloglarına bayılırım, bebişlere her türlü tav olup  dibim düşene kadar hayran kalırım filan... Ama yine de böyle şeylerin içimde yakıcı hisler oluşturmasına fırsat vermiyorum şükür. Rabbimin izniyle tabi...

    Ne var ki şu anneler günü gelip çatınca az biraz dengem oynuyor. Yani belki de çok biraz :) Bilemiyorum artıkın. Hayır rahmetli  anneciği kaybetmişim 2010 da.  Kendimin de bir evladı yok halihazırda. Ama her yer "anne anne!" nidalarıyla inlerken iç sesi susturmak zor tabi. Her şeyin ama her şeyin,  tüm varlıklarımızın ve yokluklarımızın  da Allah'tan gelen güzel birer mektup olduğu gerçeğini hatırlayarak pansuman etmek var ya hani dertleri...  İşte o süper bir şey. Anında kalıcı etki.  Bin şükür...

   Yine de geçtiğimiz anneler günü dedim ki kocam kişisine: " Bak kocacım !  Doğum günümde istemem evlilik yıldönümü filan da tırt!  Ama anneler gününde bana hediye alacaksın!  Kitap olursa makbule geçer! "  Ay ne yapayım onun akıl etmesini mi bekleyeyim?  Hiç bekleyemem. Arabada gidiyorduk. Canımcım hemen hay hay deyip rotasını değiştirdi arabanın. En yakın kitapçıya gidip mutlu etti beni. Cemil Meriç'in "Bu ülke" siyle buluşmamız böyle oldu işte :)

    Şu fikir kitabından bahsetmek için bu alakasız girişi yapmak da bana özgü yapacak bir  şey yok :)

    "Bu ülke" bir iki kez okunası bir kitap bence. Daha çok bir ansiklopedi havasında sanki.  Yazarın dönemine ve öncesine dair fikir adamları,akımlar,tarihi gelişmeler ve dillendirilmeyen onca gerçeğin en objektif şekilde aktarımı yapılmış.  Ayrıca Cemil Meriç'in biyografisi de mevcut kitapta.  Fildişi kulesini kıskanmamak mümkün değil. O da ne derseniz yazarla birlikte efsaneleşen bir metafor diyebiliriz belki.  Cemil Meriç gibi fikir adamlarının değerinin yaşarken bilindiği özel bir dünya hayal ediyorum. Ne güzel olurdu.
Kitaptan bir kaç alıntıyla sonlandırayım yazıyı.

"Din, aşk, şiir.  Boşlukta yuvarlanan insanın,  bir yıldıza attığı merdivenler..."

"Münakaşa eden iki insan... Aynı graniti yontan iki heykeltıraş, aynı hakikati arayan iki yol arkadaşı, hedefi tahrip değil terkiptir bu kavganın.... "

"Denize attığın bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer  çocuk, içine gönlünü boşlattığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar."

Ah ruhum... Diyor insan değil mi. Okuyalım güzelleşelim be canlar. Tavsiyemdir kitap.  Sevgiler herkeslerime :)

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Plansız yaşam...

   Büyük planların insanı olamıyorum. Günlük bile olsa plan yapma alışkanlığım yok. Bazılarına bakıyorum da bir hafta içinde nerede ne yapacağının çizelgesini yapıyor mesela. Kişisel gelişimciler de bas bas bağırıyor halen,  plan yapın diye. Yok bende yok.

    Buna neden olan travmatik değişiklikler oldu hayatımda. Kuvvetli hislerle yapıp inandığım planlar hayal oldu. Hatta bi baktım,  her şeyin tam tersi oldu.  Bu Mevla'nın "Fazla heyecan yapma, planları ben yaparım" deme şekliydi belki.

    Sonunda kabullendim. Plan yapmıyorum. Vakit önüme neyi getirirse onu yaşıyorum. Ne varki insan, hayatının düzgün ve istikrarlı yürümesini de istiyor tabi.  Bu kapsamda bir şeyler yapmak da istiyor. Ben de planı yapanla aramı güzel tutmaya gayret ediyorum ve de en küçük an dilimlerini planlayıp vakti boş geçirmemeye gayret ediyorum. Plansız ama sorumsuz değil, ihtirassız ama miskince değil... Böyle bir tavır işte.  Her zaman başarılı mıyım tartışılır... Ama yine de çılgınlar gibi yıllık plan yapıp her şeyin alt üst olmasını izlemekten daha iyidir.

    Mesela önceleri, gün içinde ne okumayı ya da  neyi öğrenmeyi planlarsam bir asker edasıyla başına geçiyordum. Bu denli plan gerilim yaratıyor ve okuduğum ruhuma ulaşmıyordu. Ulaşsa da bir duygu birikintisi oluşmadığı için kalıcı olmuyordu. Şimdilerde okuma işini de dsiplinden azade kıldım. Güne başlarken niyetime alıyorum çoğu zaman: "Allah'ım bugün ne yaparsam senin rızan için olsun" diye. (Çünkü niyetlerimiz devasa önem taşıyor hayatlarımızda.Niyet demek kim olduğun demek. Ama bu başka bir yazının konusu. )  Gün dolu dolu geçiyor o vakit şükür. Karşıma çıkan şeyler okuduklarımdan daha etkili oluyor ve elime tevafuk eseri alıp okuduklarım daha bir kalıcı oluyor. Çünkü plan yapma kibrini taşımıyorsun o vakit. Yaradana emanet ediyorsun varlığını. Tüm planların sahibine yani. O müfredatı hazırlayıp önüne koyuyor.

   Hayatımın bir dönemimde kişisel gelişimciler mürşidim olmuştu, şu anda çoğu delikanlı türk gencinde olduğu gibi... Zaman gülümsüyor sanırım böyle zamanlarda. Devam et diyor devam et... "Sana ben neler göstereceğim gör bak." Sonra aynı o  zaman,  her şeyin ne kadar da yalan olduğunu gösteriyor. Çırpınıp durmanın tamamen safsata olduğunu. Kişisel gelişimcilerden daha güvenilir bir mürşide ihtiyacın olduğunu hatırlatıyor sana. Sonra onu buluyorsun. Ve sükunete bürünüyor her şey. En azından şükür ki benim çizgim bu şekilde yön buldu. Yok illâ da kişisel gelişimciler mürşidimdir diyenlerin halen çırpındığını görmekteyim.

    Sonuç olarak beni plansızlığa iten trajedik zaman dilimleri için bir teşekkür borçluyum  Mevlaya. Dünya hayatı çok kısa. Kısa ama çarçur edilesi de değil. Çok özel bir yolculuk. Anlamına uygun sindire sindire yürümek lâzım bu yolda. Krokilerle çılgına dönmüş hız tutkunu ruhlarla değil... Belki patikalara evrilir ya da büyük ana yolların ayrımına gelirsin ama plan yapmadan yürümelisin. Varış yerinde seni bekleyenin isteğine uygun adımlarsan  yolu, hiç plan yapmasan da sükunet ve sevgiyle tamamlarsın onu.
Bugün de bu kadarlık :)
Sevgiler olsun canlar.
Fotoğraf, Balat/İstanbul

24 Temmuz 2019 Çarşamba

Sen dünyaya gelmeden...

    Filmin adı bu. "Sen dünyaya gelmeden". Ah güzel filmdi.  Şimdi anlatıp da tüm heyecanı kaçırmayayım. Spoiler vermek diyor şimdikiler buna.  İşte onu yapmayayım.  Ama izleyin diyorsam vardır bi bildiğim dimi :)  Öyle zırt pırt film önermiyorum malum ;)
   Film önerirken de böyle değişik şekillere giren tek blogcan benimdir herhalde :)) Film önermiyorum da vize alma şartı gibi dayatıyorum mübarek :))
   Neyse az biraz bilgiden bir şey olmaz yine de. Dram türündeki film İtalya İspanyol ortak yapımı. Penelope ablamızla Saadet  Işıl Aksoy adındaki Türk aktristin de başrolde olduğu güzel bir çalışma. 2012 yayınlanma tarihi.  Bence çoğunuz izledi. Olsun.  Bi daha izleyin. Bence güzel olur. Konusuna dair diyebileceğim tek şey: Savaş yer yüzüne yapılan en büyük ihanet bence. Bu da kayıtlara böyle geçsin.
   İzlemeyen kaldıysa ilk başa alsın izlenecekler listesinde. 
Herkeslere sevgiler canlar!  ;)

20 Temmuz 2019 Cumartesi

"Öyle değildir" hapı

   Size çok önemli bir ilaç tedavisinden bahsedeceğim şimdi. Yeni çıkmış, Amerika'dan ithal... Yok yav şaka şaka, bildiğin Türk malı. Hatta benim malım.  Yani ben buldum.  Aslında bi çok kişi kendisi bulup uyguluyor bence bu tedaviyi. Tedavinin merkezinde bir hap var. Adı : "Öyle değildir" hapı.  

   Önce bu tedaviye ihtiyaç duyan hasta grubunu tanımak lâzım.  
Eğer çevrenizdeki insanlar sizin fazla kırılgan olduğunuzu düşünüyorsa...  Fazlaca kırılıyorsanız sahiden. İnsanları kaba ve anlayışsız buluyorsanız.Sanki yeryüzüne 17. Yüzyıldan koparılıp bodoslama atılmış hissediyorsanuz mesela... Siz incelikler düşünüp dururken maddenin kancasına takılı güruh anlamıyorsa hiç halinizden...  Yani böyle Brezilya dizisine düşmüş Nihat Hatipoğlu gibi falansa mesela ruh haliniz...  Ohoo...  Gelin gelin!  Benim icat ettiğim hapı kullanma vaktiniz gelmiş.  Gelin de size güzel bir İstiridye tedavisi uygulayalım. Aslında başlığı öyle mi atsaydım acep? İstiridye tedavisi!  diye yani. Neyse başlık mühim değil. Tedavi mühim.  

   O da şöyle... Sabah akşam "öyle değildir" hapı alacaksınız. Gün içinde de alabilirsiniz. Nasıl yani?  Yani baktınız etrafınızda sizi kıran bir şeyler oldu. Birileri kuzey batıdan kalp alanınıza kamikazeyle düşer gibi düştü mesela. Yaraladı kalbinizi. Canınız yandı. Hemen bi tane "öyle değildir" hapı yutacaksınız. Şöyle düşüneceksiniz: Bi kere hiç bir şey tamamen göründüğü gibi değildir. Mutlaka sandığımız kadar kötü değildir mevzu. Ama biz negatif görmeye meyilliyiz azıcık insanoğlu olarak  diye düşünücez. O zaman meselenin yüzde ellisi çöpe gider.  Kalan yüzde elliye bakarsak belki muhatabın bu derece kırıcı olmasında geçmişe dayanan bir mazereti vardır. Başından geçen bir olay ya da yaşadığı kötü bir anı onu böyle davranmaya itmiş olabilir. Kaldı mı geriye yüzde oncuk bir şey.  O kadar kusur kadı kızında da olur, benim de böylesi  hatalarım olmuştur diye düşünüp o kısmı da kesersek işte meselenin özünde "öyle değildir" sonucunu elde ediyoruz. Niyet okuyuculuk yapmıyoruz. Yani durum ne kadar kötü görünürse görünsün "öyle değildir,ben yanlış anlamışımdır" deyip geçiyoruz sonuç itibariyle. Ay gibi ayan olsa bile her şey, kendimize bakıyoruz. Algımdır önemli olan diyoruz. Ve sağlığımızı koruyoruz. Hem fiziken hem ruhen cillop gibi kalıyoruz.  

   Umarım anlatabilmişimdir ahali.  İstiridye tedavisi budur. Nasıl görürsek öyle olur mantığı yani.  
Neyse telefondan yazdım ve acele yazdım. Yazım hatam yoktur inşaallah.  Varsa da doktor reçetesini bilirsiniz pek düzen yoktur doktor yazısında o hesap bakıverin. 
Ve veee aman haaa!  Eğer ihtiyacınız varsa bu gece de hapınızı almadan sakın uyumayın.  Unutmayın, "öyle değildir" hapınızı! Sakın sabaha bırakmayın!  
Hadi gittim ben! :) 
Sevgiler!  
Fotoğraf, Çanakkale / Geçen ay çekilen bir kare. 

16 Temmuz 2019 Salı

O kadar da özne değilsin be yavrum...

Bu başlığı kendime attım.  Yani içimdeki ben duysun diye.  İnşaallah duyar. Aslında hepimiz az az da olsa içimizdeki benlerle konuşsak dışarıdan eleştirel bir ağızmış gibi.  Güzel olmaz mı ? Olur olur...

    Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki artık insanoğlunun kendini bir tek Yaradanın yerine koymadığı kaldı.  Her eşyanın en iyisini kullanalım, en iyi yerleri gezelim, en iyi yemekleri yiyelim haaa hepsinden önemlisi var!! Nedir o?  En kaliteli dostlar bizim olsun.  Tabi tabi. (Bulursan bu kadar madde esiri insan içinde manevi zenginliği olan bir dost bana da haber ver.)

   Bu kadar "en iyi"yi neden ve nasıl hak ediyoruz ya da hak ettiğimizi düşünüyoruz o da ayrı konu ama meselenin daha özünde olan bir şey var.  Daha facia bir şey. Daha acınası bir şey. O nedir peki?  Bulamayışımız! Bulamıyoruz çünkü her şeyin en iyisine tek bir hayat içinde kavuşmak çok zor.  Velev ki zar zor kavuştun, bu sefer de kaybetme korkusu huzur bırakmıyor.  Çünkü eninde sonunda o güzelliklerden kopacağını biliyorsun.

    Bir tanıdığım vardı. Bu saydığım "en iyi"lere aşağı yukarı sahip olmuştu. İyi bir eş iyi bir meslek çok tatliş çocuklar ve sabah akşam gezmeler tozmalar amanın!  Tam bir instagram çiçeğiydi :))  Bir keresinde ailesiyle çekildiği mutlu bir fotoğrafın altına şöyle yazmıştı: Keşke zaman durup kalsa!  Evet çünkü biliyordu şimdi mutluydu ama bir akıbet gelecek ki hepsinden ayrılacaktı. Belki onun ayrımına vardığı bir andı.

    Yani demem o ki, öznesi değiliz şu hayatın sadece nesnesiyiz. Bir kenarda duran ve bir süre sonra oradan eksilip gidecek bir nesne... O zaman neden özne taklidi yapıp duruyoruz.
 "En güzel şeyleri yiyorum yuppiee!  Hatta bunu herkes bilsin aman haaa!!! "  Bu saçma hezeyan bir nesne için fazla abartılı değil mi. Bir de bunu yaparken kırıp incittiklerimiz özendirdiklerimiz ve bir sürü yıkıcı duyguyu  inşa edişimiz...
"Ay sadece kaliteli insanlarla dostluklar kurarım" Ooo ne kalite sendeki de ama. Bir yaralı yüreğe derman olma da git maddi manevi kendini düzeltmiş seçkinlerle gönül eyle. Yönsüz kalmış bir çaresize ışık tutuvermek senin neyine?! Sen kaliteli dost bul anca... (Şahsen bu insan seçme mevzusunda da çok radikal dönüşümler içindeyim bilahare ayrı bir yazıda buna da yer vermek isterim hatta. ) Açıkçası bir hayat kadınına  cesaret verip güzel bir yöne evrilmesini sağlayacaksa eğer muhabbetim, en kaliteli(!) dosta ayrılacak vaktin önüne koyarım o muhabbeti.

    Yahu özne değiliz!  Tekmişiz biricikmişiz gibi davranıp duruşlarımız niye?  Tabiki Rabbimizin biriciğiyiz ama bizim gibi milyon tane biricik var yeryüzünde. Kimisi ücra bir varoşta kimisi yatta handa hamamda...  Herkesin serüveni farklı hikayesi ve imtihanı farklı ama aynı olan bir şey var. Herkes Rabbinin biriciği!  O vakit niye her şey etrafımızda dönüyormuş gibi gülücükler saçıyoruz?

    Gülücüklerimizi tüm bu evrenin bir parçası oluşumuzun şükranı için saçsak ya.  Dönüp duran şu  alemin onca  tılsımlı yaradılmışına duyduğumuz hayranlık için saçsak ya. Kendimiz, sahip olduklarımız ve maddi şeyler dışında gülümseyerek hayatın içinden çekip çıkarılacak onca şey varken...Denizler okyanuslar varken...  Bir yudumluk bile yer kaplamayan varlığımızla vakit kaybedip durmak niye ?

    Mevlana'nın "güneş gibi ol" deyişini ben nasıl algılayayım ki başka?  Güneş her ücraya nüfuz etmek için yanmıyor mu deli gibi? Gösteriş telaşından ziyade her zerreye ışık vurmaya gayret etmiyor mu?    "Kaliteli dost seçerim valla" diyor mu ?  Rabbi ona öyle emretmedi mi çünkü?

   Neyse coştum dostlar...  Gün başlasın hadi. Sihirli tılsımlı halleriyle ne öğretecekse öğretsin bugün de zaman. Ama hiç unutturmasın özne olmadığımızı.
Günaydınlar herkese.

Fotoğraf, Denizli'de bir dere kenarı. Kök kısımları kendinden daha fazla bir ağaç. Toprağın üstünde gördüğümüzde ne kadar farklı.  Hiç bir şey göründüğü gibi değil dimi. Biz de dahil olmak üzere... Daha dikkatli bakalım kendimize. Neyiz aslında?

12 Temmuz 2019 Cuma

Çok da kasma...

   Bu hafta sonu eşimin şehir dışında bir planı vardı. Hafta sonumu geçirmek için bir yerlere kapağı atmak istiyordum.Çünkü yalnız kalmak istemiyordu canım.  Ama nereye gidecektim ? 
Bir sürü planlar geçti kafamdan. Alternatifler peşi sıra önümden geldi geçti.
*Bir yandan yeğenim bebişleriyle fotoğraflar atıp duruyordu watsaptan. Allahım şu bebişleri de ne özlüyorum deyip deyip iç geçiriyordum.
*Diğer yandan yeğenlerim ve ablamlarla yazlıkta vakit geçirmek istiyordum ama işte bu hafta sonu eşim olmadığı için yine onları davet edemeyecektim.
*Başka bir yandan da İzmir cayır cayır yanarken yazlık gözümde tütüyordu. Buz gibi balkonunda şükür dakikaları istiyordu canım bi fena... 
Derken dün misafirleri gelecek oldu eşimin. Yazlığa gidelim demişler. Kalktık gittik. Bebişleri gözümde tüten yeğenim de hafta sonunu annesinde geçirmek üzere ablamlara geliyormuş.
Eşim  bu sabah beni ablamlara bıraktı sabah işe dönerken. Ablamlara yeğenim ve bebişleri gelecek ve yarın hep birlikte yazlığa geçiyoruz inşaallah. Fikir eşimden çıktığı için peki dedim ben de.
Böylece üç dileğim de aynı anda gerçekleşmiş oldu şükür.
Yani bu yazıda yazar neyi anlatmayı murad etmiş? 
Senin yaptığın planlar çok da şey değil. Çok kasma o kadar. Sakince tevekkül edersen Mevla sana tüm isteklerini öyle güzel bir ortaya karışık yapar  önüne koyar ki hayran kalırsın yeniden sevgilinin  işine :)
Biri 4 yaşında biri 9 aylık iki minnakla bi hafta sonu beni bekler şimdi inşaallah :)

Güzel hafta sonlarınız olsun ahali! 

Fotoğraf, Beyşehir/ Konya

11 Temmuz 2019 Perşembe

Derviş kafası

   Ah yeryüzü...
Tıpkı bir kaplumbağa gibi ağır ve sakin yürüyüp gitmek ne güzel senin üzerinde.
Telaşsız, iddiasız,hesapsız ve seyre odaklı bir yürüyüşle...  Kimileri derviş kafası der buna.  Beğenmezler. Anca öylece  yürüyenler bilir kıymetini.
Bir iki adım atıp seyre dalmak... Sindirmek anı ve öylece devam etmek yola.

   Yeryüzü vefalı yeryüzü cömert.  Sen ona dikkatini verirsen ve saygıyla yürürsen hazinelerini açar sana. Baktıklarını ama görmediklerini görmeye durursun ve farkına varırsın daha nice ince adımların varlığını. Suyun selameti, havanın hu zikri,yaprağın titreyişi ve bir karıncanın nihayetsiz telaşı... Ve en önemlisi insanın hem sevgili hem dost hem de en ürkünç halleri...

   Yeryüzünün görünmeyen yüzü beklerken yolun sonunda bizi, adımlarımızla hırpalamadan sakince tamamlamak ne güzel bildiğimiz yüzü. Daim kıl bizde sevgili Mevla,  yavaş adımlar atarken  bolca seyreylemeyi yeryüzünü...

Huzurlu geceler olsun ahali.
Fotoğraf, Bornova/ İzmir'den.

9 Temmuz 2019 Salı

Bu hafta sonu...

   Dün döndük Anadolu'nun ücrasındaki o güzel köyden. En yüksek tepesinden çektim bu fotoğrafı. Neler öğrendim neler... Neler mi ?

   Eskiden köyün delikanlıları evlenmek istedikleri kızların evine girip saçlarını keserlermiş. Yani bir tutam saçı kesip alıp kaçıyor eleman. Böylelikle kıza şu mesajı veriyor: "Tamam artık sen benimsin. Senin namusun benim elimde." Ya da kız ve kız evi bu mesajı alıyor. Ve bu evlilik mecburen gerçekleşiyor. Burdan bakınca facia değil mi :) Ama o dönem bu çok romantik bir hareket olarak kabul edilirmiş ve kızlar koşa koşa o evliliğe atlarmış :) Bizzat o kızların  birinden dinledim bu hikayeyi. Tabi o kız artık bir nineydi :))

   Dehşetül vahşet lakaplar öğrendim sonra. Yani bunlara artık nasıl lakap denilirse. Daha çok hakaret ya da rencide edici takma isimler gibi geldi bana. Mesela bi tane kadına sürekli "Kemeölüsü" denilirmiş. Keme eşittir bildiğin fare ! :)) Kadın çok çelimsiz ve soluk benizli biriymiş. Bu yüzden ona bu lakabı takmışlar. Bence bunu duyan kadın zaten ruhen öldürülmüş bi yerde :)) Ha bir de "Abdal değneği" demişler birine. Buradaki abdal kelimesi de bildiğimiz manada derviş anlamında değil de safça kişiler için kullanılırmış. Bu adam da kuru yarı esmer biri olduğu için değneğe benzetilmiş garibim. Daha neler neler :)

   Sonra seksen yaşını geçmiş bir nine eşimi karşısına alıp ciddi ciddi akıl verdi :" Bak yavrum bu kızı dizinin dibinden hiç ayırma. Sakın haa çalıştırmaa ! Sürekli cebine parasını koy.Bol bol koy. Koy ki gönlü çalışmaya meyletmesin. Eline elin eli değen ne yapsın eri ?!!" Feministler şahlanırdı herhalde bunları duysa ama bizim için tatlı bir ninenin safça iyilik yapma şekliydi sadece. Güldük geçtik :)

   Ha bi de şunu dinledim. Eskiden köydeki her evin altında birer ahır olurmuş. Yani hayvanların bağlı olduğu bir bölüm. Sabah olunca bu ahırların kapıları ev sahipleri tarafından açılırmış. Ve köyün çobanı bu ahırdan çıkan hayvanları (koyun, keçi, v.s.)  alıp köyün ilerisindeki yeşilliklerde akşama kadar otlatırmış. Akşam olunca ise geri getirdiği hayvanları ahırlara elleriyle bırakmazmış. Her hayvan evin kapısına kendisi gelip bağırırmış ve ev sahibi inip ahırın kapısını açar hayvanını içeri sokarmış. Yani hayvanlar kendileri evlerini bilip önüne gelince sürüden ayrılırlarmış. Tıpkı oyundan eve dönen çocuklar gibi :))

   Güzel bir hafta sonu oldu şükür :) Öğrendiklerimle zenginleştiğimi hissediyorum yine. Bu arada Anadolu kültürünün misafirperverliğine ve ısrarla yedirme geleneğine yine vuruldum istemsiz. Ne temizlik ne duruluk... Ha bir de gece el ayak çekilince köyün ıssız atmosferine bittim. Mis gibi havasına keza aynı saatlerde... Ah dedim yaşanacak yer ! Ben Egeliyim. Bana göre batının ihtiyacı var bu kültüre.
   Eşim sevmiyor ben kadar. Isınmamış hiç o köye. Ailesi o köyde doğup büyümüşler halbuki. Köyde bir sağlık ocağı bile yok. Okul yok. Hiç bir şey yok. Belki de ondan ısınamıyor. Bu yönleri kötü tabi. Ama yine de atmosferinde taşıdığı yalınlık benim içimi ısıtıyor her gidişimde.
   Bi ara ona dönüp şöyle dedim : Belki emekli olunca gelip buraya yerleşiriz, ne dersin ! :)) Bana şöyle dedi :
Bunu yaparsak burada sıkıntıdan seni yer bitiririm herhalde fikir senden çıktığı için :))))

Güzel günler olsun ahali ! Umarım sizin hafta sonu da keyifli geçmiştir. Ben şimdi uzun zamandır yapmadığım bir şey yapıcam ve blogları ziyaret edicem. Çünkü özledimmm ! :)))

Sevgiler !

 




5 Temmuz 2019 Cuma

Vardınız/Varsınız

Ah hep yanımızda olanlarımız...Yokmuş gibi davransak da hep varlarımız...
Değerini fazlaca bilemediklerimiz...Üstü başı belki biraz pejmurde ama ruhu hep düzgün olanlarımız... Anca sıkıldığımızda aklımıza gelince arayıp sorduklarımız...Zarar versek de, kalplerini kırsak da terketmeyenlerimiz... Gösteriş olsun diye değil de mertçe yanımızda duranlarımız...  Saçmalayışlarımıza katlananlarımız... Başkalarının yanında saçmalamayalım diye önümüze set çekenlerimiz... Densiz söylemlerimizi sineye çekip hep afdedenlerimiz... Affettikçe nasıl da büyüyor ruhlarınız bir bilseniz. Küçücükmüşsünüz gibi davranıyoruz ama nasıl büyüyorsunuz bizde ah bir bilseniz. Dertlerimizle dertlenenlerimiz... Sevinçlerimizle mutlu olanlarımız... Abartıyı sevmeyen, yorgun ama onurlu yoldaşlarımız... Güldüğümüzde sebepsiz ama gönülden gülenlerimiz... Belki müzik zevkini bile sevmediklerimiz. Bize benzemeyen taraflarıyla alay ettiklerimiz. Görmezden ve duymazdan gelenlerimiz...
Hepimizin hayatında bir dönem rol almıştır böyle birileri değilmi.  Belki kaybettik belki halen var...  Hepsine hürmeten gönülden bir teşekkür yazısı olsun dedim.  İyi ki vardınız ve varsınız. Şunu bilin ki bizim için kesinlikle "varsınız". Yokmuşsunuz gibi davransak da iyi ki iyi ki yanımızdasınız.

   Güzel cumalar olsun ahali!
 Gizli güzelliklerin avcılığı mahiyetinde bir yazı ilişmiş oldu şuracığa böylece... Avcıyız ne de olsa değil mi :)
Sevgiler herkese...
Fotoğraf, geçtiğimiz ay ki İstanbul gezisinden.

4 Temmuz 2019 Perşembe

Asla

   İnsan yaşı ilerledikçe olmaz denilenlerin olduğunu görüyor. Yapmam dediklerini paşa paşa yaptığını görüyor.Gitmem dediği yerlere tıpış tıpış gittiğini görüyor.  Görüyor da görüyor...

   Hayatının daha başındayken bıdı bıdı konuşan gençler tanıyorum. Peynir ekmek gibi kullandıkları "asla" ile başlayan cümleleri işitiyorum.  Sırıtıyor  içimdeki Bilge. Ne kadar bol keseden atıyor gençler bazen.  İşin kötüsü nasihat de edemiyorsun çünkü o "asla" ların içinde "Asla başkalarının sözleri ile hareket etmem" muhteviyatlı cümleler de işitmiş oluyorsun.

   Gençlere ulaşmanın bir yolu olmalı.  Bu dünyanın sürprizlerle dolu bir bahçe olduğunu ve daha gezecek çok fazla köşe bucak olduğunu... Daha bahçenin başındayken gereksiz konuşmanın saçma olduğunu... Tüm bunları anlatabilmenin bir yolu olmalı.  Sanat iyi bir yol bence.  Sanat iyi...  O sebep yazmaya devam...

   Son olarak iliştireyim şuraya. Bugün asla yapmam dediğim bir şeyi yaptım ve sonuçtan memnun kaldım.  Hatta daha önce niye yapmadım ki diye hayıflandım. Oysa cevap çok basit: "Asla" kelimesini kullandığım için tabiki.
Hadi sevgiler olsun insanlık. Ne yap et ama asla asla deme!  ;)

Fotoğraf: Foça, gün doğarken...