5 Nisan 2020 Pazar

Karantina ve şeytan


Şeytan bu günleri pek seviyor pek. Hangi günleri? Sıkıntının ve bekleyişin bol olduğu günleri...
*
Hiç de hijyen olmayan pis ellerini ovuşturarak dolanıyor yuvaların üzerinde. Ateş fışkıran gözlerinden kırmızı hareler uçuşuyor her tüten bacanın üstüne vardığında. Kafaların içine dalıyor, zayıf kalplere köprüler atarak. Evhamlar, korkular ve ümitsizlikler üflüyor ruhlara çeşit çeşit.
*
Ateşten slaytlar açıyor odaların duvarlarında. Geçmişe dair sahneler gelip geçiyor o slaytlardan. Öylece oturup izleyenler var onları. Sonra ruha salınan vesveselere kaptıranlar kendilerini... Eşlerinin kalplerini kırıyorlar. Çocuklarının kalplerini belki bazıları da.  Sabi sübyancıklar da sıkılmakta oysa.  Nasıl seviniyor pis şeytan nasıl... Ateşten elbisesini sevinçle savurmakta göklere her küslükte her kalp kırılışında... Sabunla suyla hiç tanışmamış en büyük virüsü insanoğlunun...
*
Oysa melekler ne güzel giyinmiş ışıktan elbiselerini. Bizim için sabır ve dua dilemekte, hayrı telkin etmekteler.  Kulak vereceksek onlara versek ya...
Huzurlu geceler olsun dünya 🌍


22 Mart 2020 Pazar

Neydi o ?

   Oturup kalkmalarımız vardı. 
Vakti unutup akşamı birlikte getirişlerimiz... 
Haram değildi. Dilediğimiz kadar yapabilirdik bunu. Belki de her gün. 
Mevlâ şimdi bize bunu neden yasak etti ? 
Yanlış bir şey mi yaptık ? 
Günleri hunharca tükettiğimiz vakitlerde birlikteyken hani... "Zaman"la birlikte başka bir şeyi daha mı unuttuk ? Ya da ihmal ettik ? 
   Neydi o ? 
Bugünlerde bunu düşünmek için bolca vaktimiz olacak... 

20 Mart 2020 Cuma

Kökler


Geçen gün bahçe temizliği yaparken bu köklerden yolduk bir sürü. Bazıları o kadar derin o kadar  güçlü köklerdi ki... Onlarla uğraşırken kafamda hep aynı düşünce. Ne kadar güçlü şeyler. Sonra ruh dünyamıza bağladım onları. 
.
.
.
Mesela bu kökleri birer "sabır" metaforu olarak düşündüm.  Bizi iyiliğe götürecek olan sabrın köklerini besleyip büyütmekle sorumluyuz. Sabır bizim için birer cılız ip gibi değil de tıpkı bu kökler gibi sağlam ve güçlü olmak zorunda her daim.
.
.
.
Peki nelere sabır ? Bazen hiç farkında olmadan kanımızı emip duran, sabrımızı cılızlaştıran şeylere... Meselâ çevremizdeki birine karşı Allah'ın rızasını umarak iyilik yapmaya devamda sabır. Meselâ tüm fedakarlığımıza rağmen mükâfatı Allah'tan bekleyip kuldan takdir görmemeye sabır. Meselâ senin için hiç anlamı olmayan şeylerin toplum tarafından övülüp durmasına sabır. Toplumun geneli olarak ise BİRBİRİMİZE sabır ! Farklılıklarımıza rağmen birlikte huzurla yaşayabilmek için sabır...
.
.
.
Kısaca, sabır sadece "fakirliğe sabır" tanımıyla daraltılacak bir mevzu değil. Zenginlikte de günahlara dalmamak için ayrı bir kıymeti var sabrın. Bize ne için lâzım olursa olsun,onu besleyelim ve güçlendirelim. Ki ona hiç ihtiyacımız olmayan ferah günlere ulaşabilelim. 
Amin...
  

17 Mart 2020 Salı

Corona

   Dünyanın çılgın büyük olduğunu düşünürdük çoğu zaman. Coğrafi belgeselleri seyrederken özellikle. İnsan sayısı hesapsız bir devmiş gibi gelirdi gözümüze. Mevlâ bütün bu insanları yargılayacak öyle mi diyerek tefekküre dalardık. 

   An itibariyle Danimarka'da, Suud'da, Avusturya'da ve Tokyo'da ve daha bir sürü dünya ülkesinde tüm insanlar ellerini yanaklarına dayamış tek şeyi düşünmekteler. Coronayı... 

   O çılgın koca dünya ufacık bir köy meydanına dönüverdi sanki. Köy sakinlerinin hepsinin tek seferde alaşağı edilmesi artık o kadar kolay geliyor ki gözümüze. 

  Biliyorduk ama anlayamıyorduk. Onun ol demesi altında pinekleyip duran acizleriz aslında. Hepimiz anlayabiliyoruzdur inşaallah. 


   

10 Mart 2020 Salı

Nöronlar

Bir ağacın dallarıyla bir beynin nöronları çok benzer birbirine. 
Dallar,  nöronlar... 

Uzaklardan bir kuş gelip konar ağacın dallarından birine. Tam meyveyi didikleyip zarar vereceği sırada bir rüzgâr eser, uçar gider kuş. Zarar veremez. 

Uzaklardan bir acı hatıra gelip konar nöronlardan birine. Tam köklenip acı vereceği sırada bir "hamd" rüzgârı eser zihninde. Her şeye rağmen yaradana kul olma rızası serinletir ruhunu. Acı hatıra, uçar gider nörondan. Zarar veremez. 

Beyin sağlığı önemli. Dallar ve nöronlar...Teşbih güzel şey. 
Huzurlu vakitler olsun canlar. 
Fotoğraf, Ayrancılar /İzmir 

4 Mart 2020 Çarşamba

Dalıp gidiyor insan

   Bugünlerde dalıp gidiyorum. Değişik şeylere...Değişik zamanlarda...

   Bir mülteci babanın kafasındaki hayati cennet topraklara meselâ.

    Doktor olmak isteyen ama okula bile gidemeyen bir mülteci yavruya... 

    Ya o çadırda günü tüketip yeniden sabaha uyanan mülteci anne... O da bugün ne yemek yapsam telaşı yaşıyor mu gün içinde? 

    Ömrünü iyisiyle kötüsüyle geçirip son demlerine gelmiş ihtiyar mülteci ya... O ömrün akıbeti vatan vatan savrulmakla mı geçecekti cancağızım. 

    Düşünmek çare değil ama farkında olmadan dalıp gidiyor insan. Vatansız kalmış bedenlere, vatanına ve milletine... 

    Rabbim çaresi tükenmişlerin dertlerine deva versin bu mübarek günlerde. Bizim de vatanımıza milletimize selamet versin inşaallah. Şehitlerimizin makamı nurlansın, ordumuzun gücüne güç eklensin yüce katından Mevlânın. İnşaallah, inşaallah. Aşıp geçiverelim şu günleri göz açıp kapayıncaya kadar. 

29 Şubat 2020 Cumartesi

Biz


    Aşağıdaki yazıyı İdlib'deki şehitlerimizin haberlerini almadan önce yazmaya başlamıştım. Zamanlama açısından paylaşmak için daha güzel bir vakit olamazdı sanırım. Kim olduğumuzu sık sık hatırlamamız gereken günler geçiriyoruz. Ruhumuza dokunması dileğiyle... 

    Bu "Anne with an e" dizisinin tamamını izledikten sonra içimde bazı kıvılcımlar oluştu. Daha önce de az az farkında olduğum ama belki de üzerinde durmayı kayda değer görmediğim konularda açığa çıkan bir hareketlenme belirdi ruhumda. Kendi kültürümüze dair bir anımsama da diyebiliriz buna. Sanat, bu yüzden güzel işte. Dokunur, hareket verir ve değiştirir...Güçlü bir mecra vesselâm. O yüzden de diziye sadece  dizi, sinemeya sinema, kitaba kitap deyip geçemiyoruz işte.

    Konuya dönersek...
Toplum olarak kendimize pek değer vermiyoruz malum. 80 ler ve 90 lar, özellikle kendimizden nefret ettiğimiz ve hızla batı kültürüne evrilmeye çalıştığımız yıllar oldu. İçimizde tek tük farkındalığı yüksek olanlarımız asliyetimize sarıldı ve öz değerlerimizi yaşatmaya çalıştı. Ama geri kalan kocaman bir kesim, kültürel mirası alıp itinayla saklayarak geleceğe teslim etme misyonunu umursamadı.
Oysa kıymetli bir mirasın varisleriyiz hepimiz. Kocaman bir beşiğin,  Anadolu topraklarının ortasında bize ait olan çok şey var habersiz olduğumuz,unuttuğumuz, ya da umursamadığımız.
Vakıf geleneğimiz var meselâ  tastamam bir gayretle bizi birbirimize kenetleyen.  Tasavvuf kültürümüz var 600 yıl boyunca bilinmezin karanlığında çıra gibi cayır cayır yaktığı yüreklerle topluma yarenlik eden. Misafiri seven insanlarımız var ah o beyaz tülbentli anneler... Ticaret yapma anlayışı namus anlayışyla bir olan  Ahilik kültürümüz sonra... Yolcuya ayrı bi önem verilir bizde meselâ. Yolda kalanı koruyup kollamak ahlâkî bir meseledir bizim için. Ve daha bir sürü detay bizden... Bize dair... Bunlar ilk etapta akla gelenler. Daha neler çıkarır kimbilir tarihbilimciler, araştırmacılar, kitaplar, yazanlar,yazılanlar...

   Yani kısaca biz diyorum "biz". Hani bu günlerde sadece birbirine sövüp sayan, cinnet geçiren, kutuplaştıkça kutuplaşan, büyüğüne saygısı yitmiş, küçüğüne sevgisi bitmiş, herkesin sadece kendi derdiyle hemhal olmuş gerisine kapısını kapatmış bir halde durup dururuz ya yerimizde. İşte biz o değiliz aslında. Çok başka bir şeyiz.
Belki tozumuzu silkelemeli bir şeyler. Ya da biz silkelenmeliyiz. Kim olduğumuzu yeniden hatırlamak için.
Güzelliğimizi görebilmek için...
Güçlenip kuvvetlenmek  için. Yine, yeniden... 
Sevgiler canlar...

18 Şubat 2020 Salı

Anne kızçesi

    Bu günlerde atmosferim bu kızçeyle dopdolu. Blogcanlar bu diziyi izlediklerini ve çok beğendiklerini yazıp duruyorlardı. Adı : "Anne with an E"  Zaten gündemime almıştım. Dün sevgili Ruşyenacım' da da görünce dur ya dedim,erteleyip durmayayım da başlayayım şunu izlemeye. Ah iyi ki de demişim. Buraya bi kalp koydum farzedin.

   Çocukluğuma gittim, kendimi buldum, 40 lı yaşlarıma geldim halen daha çirkin ördek yavrusu gibi hissedişlerimin kökenini çözdüm. Suyun kaldırma kuvvetini bulan zat gibi "Buldum buldumm!" diye bağırasım geldi hatta.
   Böyle doğmuşuz demek bazılarımız. Başkalarının saçma gördüğü basit şeylerle mutlu oluyoruz. Hayal gücünü başkalarına oranla daha fazla kullanıyoruz. Haksızlığa karşın ağırbaşlı olamayıp az biraz tepkisel kaçıyoruz. Vesaire vesaire... Yapacak bir şey yok. Bu gibi özelliklerle doğmuşuz o yüzden topluma kolayca eklemlenemiyoruz. E mutluysak ne gam ? Kafamızın içindeki dünya bütün evrenden daha büyük değil mi sonuçta? O vakit şükür varlığımızın her bir detayına. Koyun hadi buraya da bi kalp. Yaradana şükran anlamında...

   Neyse çok bıdı bıdı da yapmasam iyi olacak. Çünkü açıp izlemeye başlarsanız eğer Anne kızçesi çok yapacak o bıdı bıdıyı nasıl olsa :) Ama iyi ki de yapıyor diyeceğiz ona da  ;)
İzleyin canlar, hepinize sevgiler. 

14 Şubat 2020 Cuma

Eşim kişisi

#Hem çok güçlü olduğu algısı oluşturur hem de alışverişte biraz fazla dolaşsak  yoruldum bacaklarım ağrıyor  diye veryansın eder. 

#Hem insanlara güvenmiyorum der,hem de insanlarsız kalamaz. 

#Hem kolesterolü zirvelere tırmanır, hem de kuru fasulyeyi pilavsız yiyemez. 

#Hem duygusallıkla dalga geçer, hem de en ufak ilgi eksikliğinde trip atar. 

#Hem okumayı sevmiyorum der, hem de saatlerce youtube yorumları okur. 

#Hem "Allah seni başımdan eksiltmesin"der hem de "akşama kadar ne yaptın ki" der. 

#Hem "daha çok sebze yemeliyiz" der hem de ben ıspanak yapınca" bugün yemek yapmadın mı " der. 

#Hem insanları gayretsiz ve tembel bulur hem de akla gelmedik yardımlar yapar. 

#Hem arabaya biner binmez "üşüyomusun kaloriferi açayım mı" diye sorar hem de açınca "hemen de üşür kedi gibi" diye yorum yapar. 

#Hem sanırsın ki seni hiç umursamıyor, hem de bi bakarsın senin bile unuttuğun sana dair önemli bi detayı hatırlamış. 

#Hem sanırsın ki hasta olsan hayatı kökten çökecek, hem de hasta olunca görürsün ki on numara beş yıldız bi hasta bakıcıyla evlenmişsin. 

O eşim kişisi... Terazi burcu bi eş kişisi. Belki de o sebep. 



9 Şubat 2020 Pazar

Herkesin keyfi yerinde

Bugün şu filmi izlerken ağla ağla... Gözlerim çıktı. Ağlamaktan daha kötü bir şey varsa o da ağladığını gizlemeye çalışmak. O da beni epey bi zorladı. Çünkü filmi eşimle birlikte izledik ve onun bana her seferinde "Hahaa ağlak hayriyee!" gibilerden takılması tepemi attırıyor. O sebep içime kaçan hıçkırıklar içerde bi tepecik oluşturup göğüs kafesime baskı yaptı durdu film boyunca. Çoğunuz izlemiştir bence ama halen izlememiş kalmışsa ısrarla öneririm o kadar diyeyim. Filmin adı, "Herkesin keyfi yerinde"Robert amca bir numara bi aktör diyerekten sonlandırayım yazıyı. 
İyi hafta sonları olsun herkese. 
Herkesin keyfi ekseriyetle yerinde olsun. 
Sevgiler:) 

7 Şubat 2020 Cuma

Hayaller

Buraya bir hayal bırakıp da gideyim. 

Meselâ çok hızlı bi insanmışım artık çok. Aynı gün içine sığdırabiliyormuşum  bir sürü şeyi. O kadınların hazırladıkları cafcaflı kahvaltı sofralarını hazırlayarak başlıyormuşum güne. Parmağı şıklatır gibi bi hızla da kaldırıyormuşum sofrayı. Hem sıra sıra bekleyen okunacak kitaplarımı okuyormuşum hem ütüleri yapıyormuşum.
Hem eşi dostu ağırlıyormuşum hem akşama nefis yemekler döktürüyormuşum. Araya da adım başı sosyal medyaya yazıyormuşum. İnstagirl ablalar gibi, hayattan, insandan, ruhtan ince ince döktürüyormuşum. Hem geridönüşüm elişlerimle uğraşıp etrafa hediyeler yapıyor hem de öyküleri denemeleri çeşit çeşit edebi işleri yazıp dosyalayıp yayınevlerine postalıyormuşum. 
Yani pes etmiyormuşum. Günün yarısında "yetişemedim yine" deyip postu sermiyormuşum. 
Ay nasıl hayal ama... Yok dua olsun bu. Hayırlı mübarek Cuma günü hürmetine. Kabul görsün inşaallah. 
Hızlan Bilgee! 

İyi de bunu yapan insanlar nasıl yetişiyo acep? O da ahirete kadar cevabını alamadığım bi soru olarak kalacak. 

Sevgiler canlar! 
Fotoğraf, Urla / İzmir 


5 Şubat 2020 Çarşamba

Amelie kafası/8


Hadi başlayalım şu işe. 

#Ah... ruh cumhuriyetimdeki geleneksel arınma ayinini epeydir erteliyordum. Yani Amelie şeysilerini... 

#Bu "şeysi" kelimesini de neden ciddiyetsiz bulursunuz hiç anlamam. Bakın nasıl da anlam bütünlüğü katıyor cümleye. Yani ifade edilen şeyin çok kayda değer olmadığını ama yine de anlam dünyasında bir varlık ihtiva ettiğini en kısa yoldan anlatan kelime" şeysi" işte. Lamı cimi yok. İade-i itibar edelim böyle kelimelere. 

#Geçenlerde arkadaşlardan birinin kızı dedi ki bana. "Bilge abla sen hiç yaşlı gibi değilsin." Değilim zaten diye düşünüyordum. 41 yaş, yaşlı mı? Yani göreceli mevzu bu yaş meselesi. Ama iyi bişey mi işittim kötü mü,ucu açık kaldı. 

#Yine aynı kızın kafasında bir koridor açmıştım geçenlerde. Açtırdı Mevlâ diyelim o daha şık olur. Çok sıkıntılı bir dönemdeymiş. Namaza başladı. Çok mutlu hissediyormuş artık. Bana namazla imanla ilgili bir sürü şey sordu. Uzun uzun muhabbetler ettik akşama kadar. Koridor o gün açıldı sanırım. O kızçe o koridordan başka bi dünyaya doğru yol aldı. Dönüp gelmez umarım. Cesaretle sonuna kadar yürür dilerim. 

#Hindi eti ve mantardan mütevellit tencere yemekleri şu sıralar favorimiz mutfakta. Sağlıklı ve de lezzetli. 

# Oytun Erbaş... Doçent doktor ve ilaç araştırmacısı hani belki bilirsiniz. Ha bi de Egeli... Kalp emojisi var burda. Hayatını,insanlığın  yaşam kalitesini arttırmak için deneyler yapmaya adamış biri. Katıldığı bir programda şöyle diyor : "İnanmak, insanın fıtratında olan ve güçlendikçe insana iyi gelen bir şey. Namaz kılmanızı öneririm."

#Daha az kelime tüketmeye niyetlendiğim şu günlerde, dün gelen arkadaşımla akşama kadar çılgınlar gibi sohbet edişim ve aklıma gelen her şeyi çılgınlar gibi açık seçik ortaya koyuşum... Bilemedim... 

#İhmal ettiğim, arayıp sormam gereken insanlar var. Ama onlarsız o kadar huzurluyum ki zerre miktar elim telefona varmıyor. 

#Kolestrol seviyem yüksek olduğu için zaman zaman yer sallanıyor gibi gelirdi. Artçı depremleri ayırt edemiyorum o sebep. Şimdi ne iyi ne kötü bilemiyorum bu durumda. 

#Elişi hediyeler yapıp dağıtmak gibi bir hayalim var ama tastamam harekete geçemiyorum bi türlü. Yok şunu okuyayım yok buna bakayım derken bir elişini projelendirip üretme sürecini tamamlayamıyorum çoğu zaman. Ama kafamda ilk adımlarını attığım bir sürü hediye planı da mevcut döner durur. 

#İçimde yine bir başka his, şu sıralar dünyayı kasıp kavuran Corona virüsü ülkemize gelmeyecek diyor. Dayandığı hiç bir bilimsel gerçek yok ama. His sadece. 

#Geçen gün eşimle birlikte ailesinin zeytinliğine gittik. Üşürüm, sıkılırım akşama kadar gibi geliyordu. Ama gün çok keyifli geçti şükür. Bitkilere dokunmak, değişik kuşların seslerini duymak, bahçenin güneş vuran kısmına oturup kahvaltı yapmak, zeytin yapraklarının hışırtısında akşam yemeği yemek... iyi ki dedim gün sonunda. İyi ki razı etmiş eşim beni bahçede bir pazar geçirmeye. 

#Babacığın yanımızda olması bize öyle huzur veriyor ki. Az yemesi dışında bizi üzen hiç bir yanı yok. Akşam yemeklerinde önden koyduğum çorbaya bolca ekmek doğruyor ve midesinin büyük kısmını bu şekilde doldurmuş oluyor. Ardından ana yemeğe yer kalmıyor tabi. Böylece fazla yemiyor. Çorba koymamayı bile düşünüyorum bazen ama o kadar keyifle içiyor ki çorbasını kıyamıyorum yine de. 81 yaşındaki babam... Tam da, bir lokma bir hırka derviş insanı vesselâm. 

#İnşaat mühendisi olan abim dünyanın öbür ucuna, bir Afrika ülkesine gitti çalışmak için. Ve giderken babamı arayıp hayır duasını almadı. Aklım almıyor. 

#Hani şöyle güzelce bir defter edinsem. Kapağı egzantirik bir şey olsa. Yumuşak uçlu da bir kurşun kalem. Yazsam yazsam... Belki öyle vücut bulur hayalini kurduğum şeyler. 

Görüşmek üzere canlar... 

Fotoğraf, Cunda 



15 Ocak 2020 Çarşamba

Cesaret

   Aslında bu fotoğrafı koymayacaktım. Yani cesaretle ilgili bir şeyler karalamak istedim ama fotoğraf seçerken elim yanlışlıkla bu fotoğrafa dokunmuş ve de bloğa aktarmış oldum böylece. Hay Allah dememe kalmadan bu tatlının da cesaretle ilişkisini anımsayıp bu fotoğrafın aynen kalmasını istedim. Yazının sonunda neden bahsettiğimi açıklarım. 

    Hayatta tanıdığım bazı insanlar var. En zor şartlarda en çetrefilli işlere atlayıp bir çırpıda çözüyorlar. "Başlamak bitirmenin yarısı" sözünü somut bir hale getiriyorlar adeta. Benim kafamda "acaba olur mu, yarı yolda kalır mıyım, ya şöyle şöyle olursa da beceremezsem" gibi bir sürü soru yer kalabalığı yaparken cesur insanlar ateşe atlayan pervaneler gibi işin üzerine atılıp bir çırpıda bitiriyorlar. 
    Bir keresinde bir vakıfta gönüllü çalışırken, vakıf başkanı abla vakıf binasının bir kısmını tadilata sokmaktan bahsetmişti. Ben ve benim gibilerin içinde soru kelebekleri uçuşmaya başladı tabi hemen. "Bunun için bütçe lâzım, iş gücü lâzım, vakit lâzım. Hepsini aynı anda nasıl temim ederiz? Hem zaten şu anda bile imkanlarımız kısıtlı ki... bla bla bla.."  Ama vakıf başkanı abla bizzat kendisi balyozu eline alıp işe koyulunca hepimiz şaşıp kalmıştık. Ve mecburen sürece destek olduk. Sonuç olarak bir kaç hafta içinde çok kullanışlı ve şık bir vakıf binamız olmuştu. 

    Bazıları da var ki herkesin bir kişi üzerine saldırdığı zamanlarda o kişinin lehine yer alıp destek olabiliyor. Bu da bir cesaret meselesi. Çoğunluğa, karşı duruş sergilemek yani. Bunu yapmayı severim. Eğer gerçekten bir haksızlık varsa ortada yani. Altta kalanın yanında olmak bana pek zevkli gelir. Bu eğilimimin kaynağı çocukluğumdaki bir anı olsa gerek. İçimi ezen bir anı. 
    Çocukluğumda mahallemizde bir düğün yemeği hazırlanıyordu. O vakitler herkes yardıma giderdi bu gibi işlere. O günkü yemek hazırlığında arkadaşlarla biz de gitmiştik. İçimizdeki bir kıza karşı gıcık olmuştuk sanırım. Her zaman yanımızda olan bir kız değildi. Yabancı sayılırdı. O kız da yardım ediyordu. Herkes sürekli kızın yaptığı işi eleştiriyor ve onu kırıyordu. İşi bırakıp gitmesini ve başbaşa kalmayı istiyorduk belkide. Ben de onlara katılmıştım ve kızı rencide edecek şeyler söylemiştim sanırım. Tam hatırlamıyorum ama çoğunluğa uyduğumu çok net hatırlıyorum. Başkalarına saçma gelebilecek bu ufacık detayın ince bir kıymık gibi halen içimde durup durması çok ilginç. Belki de bu anı yüzünden  şimdilerde nerde çoğunluk tarafından linç edilmek durumunda kalan birini görsem onun yanında yer almaya çalışırım. Günah çıkarma eğilimi olabilir ama rahatlatıcı bir eylem.  

    Mutfakta cesaret de başlı başına bir dosya. Yemeklerin aklı var derdi bir tanıdığım. "Eğer pasif kalıp ne yapacağını bilmez halde görürse seni, iktidarı elini alır ve güzel bir şey yapmana imkân vermez. Sen atlayacaksın yemeğin üstüne, kendinden emin olacaksın ve iktidarı eline alacaksın." Derdi. Kulakları çınlasın. Bi keresinde ablam da buzluktan çıkardığı bir donmuş börülce poşetine  şaşkın şaşkın bakarken ben, cesaretin rolünü hatırlatmıştı bana. Ben poşetin içinden az bir miktar donmuş börülceyi nasıl çıkartsam ki diye düşünürken poşeti eline alıp hızla mutfak bankının kenarına çarpmış ve ihtiyacımız olan börülceyi tencereye boşaltıvermişti. Bi yandan da kıkırdayıp "mutfakta hızlı ve cesur olmalısın Bilgecim"  anlamında bir şeyler söylemişti. O günden sonra dondurucudan bir şeyler çıkarıp yemekte kullanmak benim için sancılı bir iş olmaktan çıkıvermişti. 

Evet bir cesaret örneği gösterip ilk defa yaptığım bu tatlıyı, katıldığım bir akşam yemeğine götürmüştüm geçen hafta. Tatlının içinde ıspanak var. Beğenileceğinden çok emin olmamakla birlikte yine de risk almayı tercih etmiştim. Çok beğenildi. 
Cesur olmak,  belli dozda olunca müthiş işlevsel bir şey. Bazen ise kaçınılmaz bir ihtiyaç. Onunla ilgili yazacaklarım bu kadar. 
Cesaret ve sevgi dolu günler olsun canlar. 

12 Ocak 2020 Pazar

Basit yaşamak

 Hayatım boyunca kaotik şeylere hiç girmedim. Herhangi bir şey eğer fazlaca karmaşıksa oradan uzaklaştım hemen. Yani kişisel gelişim kitaplarının yazdıklarının tam tersini yaptım. Çözmeye çalışmadım. Hayaller, renkler, estetik, zerafet, duygular  v.s. İlgilendiğim şeyler bunlar oldu genelde.  

Neden böyle oldu bilmiyorum. 0/7 yaş aralığımdaki bazı ebeveyn ihmalleri olabilir. Mesela çocukluğumda çok tv izlerdim. Genelde etrafımdaki herkes beni konuşturmaya çalışırdı. Herkes tarafından çokça şımartıldım. Sevgi manyağı yapılır mı bi insan. Ben yapıldım. Annemin dedikodusunu yapmayacağım şimdi burda. Ama bence bu ve benzeri bi takım eğitim falsoları, mücadele ve sorun çözme kabiliyetimi köreltmiş olmalı. Çünkü çocukluğumda tüm sorunlarım etrafımdakiler tarafından itinayla çözüldü hep. 

Diğer yandan, içimde bitmek bilmeyen bir yaşam enerjisi oldu hayatım boyunca. En zor zamanlarda bile dibe vurmama engel olan bir enerjiydi bu. Şimdi bu da iyi mi kötü mü o da tartışılır. Ara sıra dibe vurmalı bi insan bence çok sert olmayacak şekilde. Neyse ne diyordum.  Yaşam enerjim... Daha sonraları da insanlar bu yaşam enerjisini çok sevdiler. Çok sayıda insan bu enerjiden beslendi de. Zerre miktar sakınmak gelmedi aklıma bu enerjiyi paylaşma konusunda. Yedisinden yetmişine geniş bir yelpazeyle hem de... 

Üzerimizde oluşan donanımlar hep bizi koruyan kollayan cinsten şeyler. Mevlânın bize olan sınırsız sevgisinden olsa gerek. Ben sorunlardan kaçtıkça yaşam enerjim arttı. O arttıkça çevremdeki hayran kitlesi arttı. Sorunlar azaldı. Beraberinde benim çözüm yeteneğim de azaldı tabi... Çözüm yeteneğim yok ama çözülüyor ufak tefek  sorunlar bi şekilde şükür. Sorun çözmede yetersiz olsam da kimsenin başına sorun olmamaya azami özen gösteriyorum o da ayrı. 

Şimdilerde bakıyorum kendime. Yaşıtlarımla aramda devasa farklar var. Kırk yaşında kadınlara bakıyorum, çoğu telâşlı, hırslı, kaygılı ve çilekeş... Çözümleyecek bir sürü sorunları ve benimkinden çok daha maharetli çözüm kabiliyetleri var. Ama yine de çok yıprandıkarını söylüyorlar. Oysa yaşadıkça yıpranmak yerine parlamalı değil mi insan ? Bence öyle... 

Hep basit yaşamayı tercih ettiğim için halen enerji doluyum. Konuşmayı, gülmeyi,  sıcacık ilgiyi alakayı seviyorum. Samimiyeti seviyorum. Ama ihtirası sevmiyorum. Yüksek topuklar midemi bulandırıyor. Hep spor ayakkabı olmalı ayaklarımda. Rahat,özgür ve her an için beni ortamdan kaçırabilecek nitelikte...  Bi sorun çıkarsa diye. 


Elbette her şey bu kadar basit değil. Hayatta mecburiyetler var bi de. İstenmeden omuzlara binen ağırlıklar var. İstese de basit yaşayamayanlar var elbette. Ancak gözlemlediğim bir şey var : Bir insan ne kadar çok ihtirastan vazgeçip hayatını sadeleştirirse o kadar fazla yaşam gücüne kavuşuyor. Yani demem o ki tuttuğunu koparanların eli hep dolu oluyor evet ama kalpleri çok yoruluyor. Çabuk yoruluyor. Yazık oluyor. Çoğu hayat yaşadıkça parlamıyor, tam tersine yıpranıyor. 
Sorun büyük. O zaman kaçtım ben. 

2 Ocak 2020 Perşembe

2020

   Durun şuraya yeni yıl ile birlikte kazanmak istediğim alışkanlıkları bi yazayım. Hani yıl içinde falan karşıma çıkarsa, kendime hatırlatma olur. 

#Herhangi bir ortamda herhangi bir konuda fikrim sorulduğunda susmak yerine en doğru şeyi söylemek. Yani kimseyi  kırmadan tabi yine de... 

#Her gün bir konuda araştırma yapmak. Notlar almak. 

#Göz nimetini daha iyi koruyabilmek. Her ıvır zıvırın oradan içeri girmesine engel olmak. Beynin penceresi çünkü o. 

#Sosyal medyanın, ben farkında olmadan vakti vakumlamasına karşın daha dikkatli olmak. Akışa dalıp gitme gafleti var ya ondan bahsediyorum. 

#Meleklerin evde ben yalnızken bile benimle olduğunu hep hatırda tutmak. Etrafında kendine hizmet eden bir ordunun sultanına yaraşır zarafette yaşama gayretinde olmak. 

#Evi her an için misafir gelebilir durumda tutmak. 

#Her gün bir yemek tarifi öğrenmek. Damak tadını zenginleştirme gayretinde olmak. (Bu daha çok eşimin yerleştirmemi istediği bir alışkanlık aslında) 

#Az yemek, çok su içmek, daha fazla meyve ve sebze tüketmek. 

#Vakti kullanırken hep bi sonraki saatin plânını yapmak ve boşta kalmamak. 

#Özellikle Turk-islam tarihi, edebiyat ve yeni bilimsel gelişmeler konularında gelişim göstermek. 

#Her gün yazmak. Ama mutlaka yazmak... 

#Blogları daha fazla ziyaret etmek. Daha fazla blogcan tanımak. 

#Daha fazla canlı kanlı sohbetler. Oturup çay/kahve içmeli sohbetler. Daha fazla muhabbet. 

Aklıma gelenler bunlar oldu. Daha vardır ama zihne ilk gelenler önemli o sebep gerisi için zorlamaya lüzum yok sanırsam. 

Herkeslere plânlarının hayallerinin gerçekleştiği ve güzellikler getirdiği vakitler dilerim. 
Sevgiler:) 
Fotoğraf, Cunda /Ayvalık