18 Aralık 2019 Çarşamba

Cafe Tıp

    Seviyorum bu hastane kafeteryasını. Dışarıda sıradan bir kahve mekânı  olsa da sever miydim acaba böyle ? Sanmam. Burayı benim için ilginç kılan şey, renkli sandalyeleri ile kombinlenen farklı statülerdeki müşteri profili çünkü. 
    Yani burası bir hastane. Hastaların ve doktorların olduğu bir yer. Bu kafeteryanın özelliği ise  bu iki kesimin ikisine de aynı anda hitap edebiliyor olması. Diğer yandan masa ve sandalye sayısı kısıtlı olduğu için müşteriler masaları birbirleriyle paylaşmak zorundalar ayrıca. Burdaki sandalyelerden birine oturduğunuzda, karşınıza hem mesai saatlerinin çokluğundan, akşamı nasıl değerlendireceğinden bahseden uzman bir doktor hem de mide şikayetleri için kontrole gelmiş sıradan bir yaşlı teyze oturabilir. İki kesimin iç içe geçtiği nadir mekânlardan biri burası. 

   Mesela bu fotoğrafı çektikten sonra masamı bir avuç genç bayan doktor kapladı. Bir yandan yazarken bir yandan onların muhabbetlerine kulak misafiriyim mecburiyeten. Hastaneye yeni alınan bir cihazın kullanımı ve bu konuyla ilgili kendi birimlerinde yapılan düzenlemelerden bahsediyorlar. İçlerinde biri bu konudaki alışma evresinde çektiği sıkıntılarını anlatırken diğer ikisi onu yüreklendirirmeye çalışıyor. Konuşulanların duygusal metnine dikkat ettiğimde ilkokuldaki kız çocuklarına benzetiyorum onları. Aşı yapılmış ikisi. Diğeri habire ağlayıp yaptırmam dedikçe onu cesaretlendirmeye çalışıyor diğerleri. 

   Sol ön çarprazımda tekerlekli sandalyede bir oğlan var. Yanında ablası yaşlarında bir genç kız. Konuşuyorlar. Oğlan bazen endişeli gözlerle konuşuyor, bazen de ışıldıyor gözleri neşeyle... 

   Yan masaya kırmızı kısa ceketli aristokrat görünümlü orta yaşlarda bir bayan oturdu demin. Siparişini devlet sırrı gibi itinalı ve detaylı bir tavırla verdi garsona. Hasta olduğunu sanmam. Belki hasta yakını. Ya da proflardan biri de olabilir. 

   Ön masada taşralı bir aile var. En ihtiyarları olan nine, önündeki böreği ufak kırıntılar haline getirdikten sonra yemeğe çalışıyor. Oğlu ya da damadı olabilecek genç karşısına oturmuş yüksek sesle bir şeyler anlatıyor ara sıra. Kafasını sallıyor nine onu tasdikler gibi ama daha önemli problemi önündeki börek şu anda. 

   Milyonlarca insan,milyonlarca tür,hikâye, hayat,hayal,gerçek... Hepsinin harmanlandığı bir mekân. 

   Öğle saatleri yaklaşınca daha kalabalıklaşıyor burası. O vakit tam curcuna... Benim de kendimi bahçeye atma vaktim geliyor otomatik olarak. 
Bir kahve alıp bahçe manzaralarına göz atma vakti yani. Çantamdaki kitap bekleyebilir az daha. 

Not: Çayın dibini bırakmak kibir alameti diye okudum geçenlerde. Bırakmayalım içelim. Niye israf olsun ki hem dimi. 

Sevgiler canlar... 

13 Aralık 2019 Cuma

Amelie Kafası/7

# Babam bizimle yine yeniden hamd olsun ! 80 yaşında kendisi.  Bi süreliğine bizimle yaşayacak. Kulakları ağır işittiği için ona söylediklerimi yüksek sesle duyurmam gerekiyor. Ama sesimi yükseltirken de rahatsız oluyorum çoğu zaman, sanki onu rencide edecekmişim gibi geliyor. Bi değişik... 

#Şehir kütüphanesine abone oldum. Hem spor olsun gider gelirim bi kaç haftada bir diye, hem de aradığım bazı kitapları bulurum diye. Buluyorum da... Kütüphaneler iyi ki varlar. 

#Geçen gün, büyüdüğüm kasabadaki Aysel teyzeyi aradım. Annemin kankasıydı bir zamanlar. Annemi kaybettikten sonra onun dostları daha bir kıymete bindi gözümde. Tek başına yaşıyor Aysel teyze. Romatizmaları azmış son dönem, onu anlattı. Oturduğu daire üçüncü kat. Odun sobası yakıyormuş halen. Eşi vefat etmeden önce, bi makara sistemi kurup odunu kömürü daha kolay daireye taşımayı akıl etmiş ama Aysel teyze binanın görüntüsü bozulur diye reddetmiş. Şimdi zar zor taşıyormuş. Bazen de iyi kalpli insanlar yardımcı oluyormuş. Yalnızlık ve gitgide  zorlaşan fiziksel koşullar... Yine güzel bi ihtiyarlık duası yaptırdı yüreğime. 

# Geçen gün üst katımdaki doktor komşumla (beyin cereahı) asansörde karşılaştık. Genelde hep koşuşturma içinde ve telaşlı olur. Göz kontağı bile kurmaz pek, vakti yok kadının haklı. Ama geçen gün beni gördüğünde sarılıp öptü. Şaşırdım. Bi şeylere susamış gibiydi. Ayak üstü lafladık. Belki de sıradan bir muhabbete susamıştı. 

# Blog dünyasını gezemiyorum pek ama aklım kalıyor aslında çoğunda. Kimler neler yapıyor nelerden bahsediyor. Ah vakit ah...

# Günler çıldırmış bir hızla akıyor resmen. Koşuşturmadan rutinlere bile yetişmek mümkün değil. Uzun yaz günlerini özlemek için erken mi ? 

# Farkındaysanız ne kadar ağır oturaklı şeyler yazdım, Amelie köşesine  hem de. Sanırım artık gerçekten olgun biri olmaya başladım şükürler olsun. Yani yaşım gibi hani kırklar filan... Neyse hadi inşaallah. 

#Kışın gelmesiyle birlikte kaloriferleri açtık. Kalorifer peteklerimizde bir hava boşluğu var sanırım. Belli aralıklarla tık  tık diye ses çıkarmaya başlıyor. O esnada gidip düğmesini hafifçe kımıldattığınızda ses kesiliyor. Önceleri sinir  oluyordum çünkü sürekli yerimden kalkmam gerekiyordu. Geçen gün aklıma hematoloji doktorumun dedikleri geldi. Kanımda pıhtılaşma eğilimi varmış. "Sürekli hareket halinde olmalısınız Bilge hanım. Uzun süreli durağanlıklardan kaçının. " Tabi yaa... dedim sonra kendi kendime. Okumayı sevdiğim için vaktimin çoğu oturarak geçiyor malesef. Yani çoğunkla öyle... Mevlâ benimle ki beni öylece kendi halime bırakmıyor.  Kalorifer petekleriyle irkiltip beni harekete geçiriyor şükürler olsun. 

# Bugünlerde ısırgan otuyla aşk yaşıyoruz. Her türlü seviyorum onu seviyorum duysun alem ! Salatası, mücveri, böreği... O kalp ben. 

# "İrade terbiyesi" diye bir kitaba başladım. Yazarı Jules Payot. Okuyanınız vardır belki. Bitirince paylaşırım yorumumu. Şimdilik faydasını görüyorum diyebilirim ama. 

Hadi bugünlük bu kadar olsun ;) 
Sevgiler herkese, iyi bakın yüreciğinize... 

7 Aralık 2019 Cumartesi

Karnaval

   İçimde bazen öyle hisler açığa çıkıyor ki. Bol baharatlı alengirli yiyecekler gibi bir şeyler... Hani hem tadına bakmaya çekinirsin ama hem de deli gibi merak edersin. Öyle bi uçlarda hayaller, söyleşiler, mizahlar planlar, ütopik şeyler işte...  Kafamın içinde bazen, çılgıncasına renklerle bezenen karnaval meydanına dönmüş manzaralar canlanıyor. 
   Eğer o anlardan birinde yanımda birileri varsa, ona ucundan bir manzara görüntüsü açayım diyorum.  Kafamın içindekilerden bir güzellik hani... Gel gör ki çoğu zaman büyük bir hayali silginin hışmına uğruyor o karnaval meydanı. Gülünüp geçilerek bazen, konu apar topar kapatılarak, ciddiyete davet telaşıyla bazen...Ama hep telaşla... O renkli baharatlı harika yiyecekler acımasızca çöpe gidiyor. Sonra araba vergilerinden konuşuluyor, kira getirilerinden, ev temizliğinden, siyasetin yanık tenine bile dokunuluyor. Ama asıl seyredilesi renkler ziyan oluyor. Yeryüzünde yalnız değilsem eğer... Ki hiç sanmam. 
Aman Allahım... Ne çok renk heba ediliyor her gün. Milyarlarca ton belki, vahşet... 
Güzel hafta sonları olsun dostlar... 
Renkleri ziyan etmeyin, seyreyleyin... 

25 Kasım 2019 Pazartesi

Amelie Kafası/6


Bir Amelie köşesiyle yine merhaba herkeslere... Ah beyin boşaltmak için ne bulunmaz bi vakit aslında. Tam da üstümden tır geçmiş gibi olmuşum. Beynimin içi karmakarışık tam da hazır. Ben hemen bi resetlemeye başlayayım şu mübarek uzvu ;) 

#Çok iyi anladığım bir şey var bu hafta sonu. Dil, her şeyin anahtarı. Seni alçaltabilir de yükseltebilir de. O yüzden onu keyif ve zevk için  kullanman çok tehlikeli. Onu yere ve zamanın gereklerine göre itinayla kullanırsan sana da o ölçüde saygınlık kazandırır. Ya da tam tersi. Yani bunu teoride biliyoruz gerçi ama pratikte küt diye kayaya çarpmış gibi öğrenince daha bi iyi bilmiş oldum şimdi. 

#Hafta sonu ev lunapark kadar kalabalıktı resmen. Sanırım iki gün boyunca temizlik yapmam gerek. 

#Evle ilgili sorumlulukların fiziğime ve ruhuma ağır gelmesiyle ilgili bi irade terbiyesine de  ihtiyacım var. Haber gönderiyorum zihnime. Derhal konuya el atıla. 

#Oh ameliyatım  da ertelendi miss diye rahatlayacak oluyorum  ama eninde sonunda gelecek o vakit diye hatırlatıyor aklım, irkiliyorum ardından. 

#Bi insan Allah'tan sağlam  bir ceza istiyorsa eğer,  ergen bir genç kızla bir hafta sonu geçirsin. Her şeye  mızmızlanan, habire şikayet halinde olan, ortak yaşama en ufak bi katkısı olmayan, makyajı ve giyimi dışındaki konularda konuşma özürlü diyebileceğimiz bir genç kızla... 

#Bir ev hanımı, kalabalık bir nüfusa ev sahipliği yapıyorsa eğer, mutfağa dalan kişinin söyleyebileceği en trajik şeylerden biri "bi su bardağı alabilir miyim" dir. Çünkü herkes aynı şeyi yapmaktadır. Temiz bardak sayısı hızla azalmaktadır ve bulaşık makinesi de tek sefer  kullanılmış bardaklarla hızla dolmaktadır. Falandır filandır derken evin hanımı için mutfakta mesai saati artmaktadır. 

#Yoğun misafir esnasında israf tehlikesi de en zirve noktalara ulaşır. Artan yemeklere kap ayarlama telaşından gözü korkan hanımlar "dök gitsin" politikasına sarılır ve çöp kişisi habire karnını doyurur. Ama yeryüzünde yürüyüp nefes alan bir çok insanın ise karnı açtır... O sebep yemek yapma aşamasında miktar konusunda  şovmenlikten ve artan yemeklerle yolları ayırma noktasında cesaretten az biraz uzak durmalıyız zannımca. En azından bu konuda başarılı olabilmişimdir bu hafta sonu inşaallah. 

#Ortaya çıkmış bir arızda, çevrende suçlayacak kimseyi bulamamak... Çünkü o arızın bizzat mümessili olmak... Ahh ahhh serçe parmağı sehpaya vurmak anında yaşanan hisle aynı şey o. 

#Ortak noktalarınızın olmadığı hatta zıt mizaçlarda olduğunuz insanlarla bir arada  vakit  geçirme mecburiyeti... İstemeye istemeye diyet yemek tüketmekle aynı şey o. 

#İnsta şeysinde bi çoşkulu paylaşımlar içine girdim ki evlere şenlik. Her ıvırı zıvırı paylaşır oldum tikiler gibi. Sanırım sosyopsikolojik bir süreçten geçiyorum. Bi çeşit insta zehirlenmesi de olabilir. Bilemiyorum... Ben ne açıklayayım, İsviçreli bilim adamları açıklasın. Yakında sunum canavarı kokoş hatunlar gibi her anı paylaşma noktasına gelmem umarım. 

#Ah o pembe hayal... Sen yok musun sen... Hani her yeni sabaha güneşin doğuşuyla başladığım, sağlıklı kahvaltımı yaptığım, uzun yürüyüşler yaptığım, sonra da düzenli yazmaya başlayıp kafamdaki projeleri tamamladığım ideal yaşam düzeni. Hayalin bile ne güzel be. Bi de gerçek olsan... 

Herkeslere sevgiler canlar ! Bu biraz da mesaj kaygılı bi Amelie şeysi oldu sankim :) Bugün de böyle olsun ;) 
Görüşmek üzere...
Fotoğraf, Sığacık/ Seferihisar/ İzmir 


12 Kasım 2019 Salı

"Modum düşük"

Günümüzde yeni bir tanım türedi. "Modum düştü" diyor insanlar artık. 
"Seninle konuşasım yok valla" demiyorlar. 
"Yaşamak zor geliyor" demiyorlar.
"İnsanlar çok kırıcı" demiyorlar. 
"Önümüzdeki bir asır susasım var" demiyorlar. 
"İçime ata ata sürahiye döndüm"demiyorlar. 
Tek bir şey diyorlar: 
Modum düştü. 
Yani çıkabilir modum denen şey. Tüm kapıları kapatmayayım. Ama şu an düşük. Yani sen git. Müsait olunca (Modum yükselince) dönerim ben sana. 
Direk bunları anlıyorum ben modu düşen birini gördüğümde. Rahat bırakıyorum sonra. Ha bi de dua iliştiriyorum giderken. Düşük modun kenarına. Yükselsin bir an önce diye. 
Var mı modu düşük olan ? 
Yükseltebiliyorsak yükseltelim. Olmadı dua bırakırız :) 
Günaydınlar ahali... 
Fotoğraf, Birgi/Ödemiş 

8 Kasım 2019 Cuma

Günün önemi



Bugün Mevlid kandili. Sevgili peygamberin doğum yıldönümü. 

Bugün hapşırarak kalktım yataktan. Baktım bedene gribal haller nüfuz etmiş. Tamam dedim ben hastayım. Yatağı toplamadım. Amaan sonra yaparım diyerekten mutfağa yöneldim. Kahvaltı yapmak da istemedi canım. Bir kaç bardak çay ve iki kurabiye oldu kahvaltım. Bişeyler okuma isteğim var mı içimde ? Yok... Hastayım ben. Grip olmuşum grip. Üzerinize afiyet... 

Ee ne yapayım ? Salona geçeyim, tv karşısına, Trt2 beni biraz oyalar nasılsa.  Bir yazarı konuk etmiş söyleşi programına bir piyanist. Çok güzel bir soru soruyor konuğuna : İnce bir kalbi nasıl korumalı ? Cevap veriyor yazar : Kırıla kırıla... Yani diyerek anlatmaya devam ediyor. Yani yıllar içinde öğreniyorsunuz ki tek kalp sizinki değil ve siz her şeyin merkezinde değilsiniz. 
Düşünmeye başlıyorum. Böyle bakabilmek ne denli bir gayreti gerektirir kimbilir. Sonra aklıma geliyor. Sen olmasan dünyayı yaratmazdım denilen arşa adı yazılı sevgiliyi (s.a.v). Biricik olduğu halde kendini hiç de öyle görmeyişini. Sonra aklıma başka şeyler de geliyor. Onun gayreti,onun gücü, kuvveti, feraseti... Kendime bakıyorum sonra. Hastalığı ne de güzel kabullenivermişim, gayretsiz,isteksiz... Senkronize misin rehberle ? diye  soruyorum kendime... Trt2 bi şekilde bana günün önemini hatırlatıyor şükür.Yatağımı topluyorum önce. Güçlendirecek vitaminli bir şeyler de yemeli... Elime uğraşacak bir şeyler alıyorum sonra. Grip mi? O da ne ? 

Güzel kandiller olsun canlar. Her an sevgili rehberle bir olmaya yürekten devam... 

Fotoğraf, Restore edilmiş bir Osmanlı hamamından... / Manisa 

2 Kasım 2019 Cumartesi

Yaşadığım öyküler/ Komşuluk

    Şehrin kıyısında kalan, boyası dökülmeye yüz tutmuş yeşil renkte bir apartmandı. Salaş bi kafenin girişini andıran pejmürde  bahçesine bir iki tane eski koltuk atılmıştı. Akasya ağacını hatırlıyorum bi de. Girişin hemen solunda, genizleri yakan kokusuyla, gelen misafirleri karşılardı. 

25 Ekim 2019 Cuma

Yaşadığım öyküler/Ters köşe

   Hiç sevmiyordu kayınvalidesini hiç. Kim seviyordu ki zaten ? Herkes bu konuda  problemliydi yaşadığı  devirde. Kendisininki neden farklı olsundu ki. 
    O, ne kadar neşe dolu içi kıpır kıpır biriyse yaşlı kadın bir o kadar huysuz ve mutsuzdu. Frekansları bir türlü tutmuyordu. Kayınvalidesi yaptığı şeyleri de beğenmiyor, hep bir eksik buluyordu. Bir insan nasıl bu kadar tatsız bir  ruha sahip olabilir düşünüp duruyordu genç kadın. 
    Günlerden bir gün, aynı evde tüm günü yalnız geçirmeleri gerekti. Püfledi içinden genç kadın. Şimdi akşama kadar surat çek bakalım diye düşündü. Diğer yandan canı da fena halde  laflamak istedi. "Bi çay yapalım mı anne ?" Diye sordu kayınvalidesine. "Hem de biraz muhabbet ederiz" diye ekledi. Beklemiyordu yaşlı kadın. Gençler pek muhabbet etmeyi sevmezdi kendisiyle ne de olsa. Daha çok yemeklerini severdi çevresindeki evlatları ya da torunları. Anca yemek yapsındı, eksiklerini tamamlasındı, hayatını onlara adasındı... Ya sonra ? Boşa geçmiş bir ömür. Böyle düşünüyordu yaşadığı hayatla ilgili. 
    Çay demlendi. "Anlatsana anne biraz eskileri" dedi genç kadın. Yaşlı kadın önce sitemli başladı sözlerine. Siz bilmezsiniz, size göre yaşamaya ne var, gibilerden dokundurmalarla açtı ağzını. Aldırmadı genç kadın. Bir köprüden geçebilmek için bilet gibi gördü bu sözleri. Bileti kestirip köprüye atladı.  Canı dinlemek istiyordu ya gerisi ne gam. Yaşlı kadın anlattı anlattı... Saatler geçti. Zaman tünelinde çılgın seyahatler yaptılar birlikte. Yaşlı kadının çocukluğuna uzandılar,gençliğine,en taze demlerine... En ufak detaya kadar anlatıyordu yaşlı kadın. Bir roman okur gibi geldi tasvirler genç kadına. İçine girdi eski zamanlarım. Sahneler bir bir canlandı. Ve o dönemin koşullarındaki sertliği iliklerine kadar hissetti genç kadın. Çünkü dinlerken ciddiydi. Cidden o döneme gitti ve yaşlı kadının yaşadıklarını kendi başına gelen şeylermiş gibi hissetti. 
    Genç kadın yorulmuştu. Yıpranmıştı. Sadece kanepede oturup çay içerken... Bulunduğu ana ani bir şokla ışınlandığını fark etti. Karşısında huysuz bir kadın yoktu artık. Çayı tazeleyeyim diye aldığı bardakla mutfağa attı kendini. Dem bardağa akarken düşünüyordu : Acaba benim başıma bunca şey gelse yaşlılığım nasıl olurdu. İçi kıpır kıpır ukala geline bir şey anlatasım gelir miydi ? 

Güzel hafta sonları dilerim canlar. Olaylara ters köşelerden bakalım mümkün olduğunca olur mu ?  
Sevgiler herkese... :) 

21 Ekim 2019 Pazartesi

Sen de başla...


Ah sevgisiz kalmış kalpler...  
   
   Dün gece bir dostum anlatmaya başladı. Anlatırken dili yetmiyordu da... gözleriyle de boşaltmak ister gibiydi içindeki dertleri. Ruhuna ağırlık veren yükleri... İki saniyeden fazla bakamıyordum gözlerine onu dinlerken. O kadar çok şey yığılıyordu ki ortalığa. Hangi birini toparlamalıyım düşüncesi kafamda. Yılları anlattı, taşıdığı ağırlıkları, içine sinip kalan hüzünleri, kıyıda köşede unutup gittiği ufak sevinçleri bile... Bir tek "vefa" kalmamıştı içinde. Aradı taradı ama bulamadı. Yaşlandıklarında  eşine göstereceği gram miktarı vefası kalmamıştı. Buna tek sebep, anlattığına göre  hiç sevgi görmemişti. 

   Dün öğleden sonrası başka bir yaşlı teyze ve eşi ile çay içiyorduk. Zono hastalığına yakalanmış zavallı teyzecik. Geçmiş olsun ziyaretimizde konu konuyu açtı ve  sohbet "mizaçlara" kaydı. Yaşlı amca kenetledi ellerini kucağında. "Ben takmam bi çok şeyi" diyerek arkasına yaslandı. Yaşlı teyzenin dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Daha önceleri çok anlatmıştı eşinin duyarsızlığını, bencilliğini ve sevgisizliğini.İşte dedi. "Birilerinin rahatlığı, birilerini Zono yapıyor böyle." 

   Bir kaç gün önce aldım başka bir dostumun haberini. Kilometrelerce öteden... Sonunda boşanmışlar. İki yalnız insan düşmüştü şimdi kalabalıkların içine. Hep istiyordu kocası zaten. Kadın ise hep klasiklerdendi. Kadın çalışkan, kadın düşünceli, kadın kocasının adını dilinden düşürmeyen... Ama terk eden erkek. Gerekçe ise  manidar : " Aşık olmak istiyorum." Yine bir sevgi yoksunluğu ve arayış. 

   Hayat akıp gidiyor. Günler geceler birbiri ardınca takipte. Her şeyin hızla ilerlemesi her şeyin doğru ve tam gittiği anlamına gelmiyor. Planlar yapıyoruz. Güzel eşlerle evleniyoruz ya da yakışıklı beylerle...  Evler alıyoruz, arabalar, şu yazlık, bu arsa... Vakit ilerliyor. Bazı şeyler artıyor, bazıları eskiyor, bazıları yıpranıyor ama bazı şeylerin varlığı ile hiç alakadar değiliz. Sorgulamayı unutuyoruz. Hep stoktan kullanıyor ama o stoğa ekleme yapmayı akıl edemiyoruz. Sevgiler... Zamanla tükeniyor farkında mıyız ? Yanımızda sandıklarımız bi bakıyoruz ki çook uzaklarda aslında. Sebep ? Sebep : Sevgi bitmiş. 

   Muhasebeyi sağlam yapalım o vakit... Sevgi stoğunu hunharca kullanmak yerine onun artmasına gayret edelim. Her ne ise onu çoğaltan... Bazen olmadık bir zamanda sarılma, bazen olmadık zamanda dert sorma, bazen en gerilimli halde gülmeye başlama, bazen olmadık zamanda olmadık şekilde rutinlerin dışına çıkma... Her ne çoğaltıyorsa... Azaltmayalım da arttıralım sevgileri. Eşe, dosta, komşuya, her muhatap olduğuna... Yorulmadan sevgi aşıla ! Her kalbin biricik yaratılmış olduğunu unutma ve etrafını sevgisiz bırakma. Herkes böyle düşünürse sevgisiz kalp kalmaz dünyada.
Hadi, sen de başla.  
Sevgiler canlar... 

16 Ekim 2019 Çarşamba

Mental kaslar

Bugün 40 lı yaşlardaki  bi arkadaşım dedi ki : "Son 5/6 yıldır artık tahammül sınırlarımın daha da azaldığını hissediyorum. " Neye karşı?  Diye sorduğumda "Her şeye karşı" cevabını aldım. Dedim ki "Çok normal. Kasların zayıflıyor." 
Kol kaslarından bahsetmiyordum. Şunu anlatmak istedim aslında. İnsanlar yaşlandıkça tüm kasları zayıflar. Sadece fiziki kasları değil mental(zihinsel) kasları da... Ve akabinde gelişen,  tahammülsüzlükler, alınganlıklar, geçmişe takılıp kalarak sorgulayışlar, gelecek için daha da kaygılanışlar...  Bunların hepsi tek tek ya da bazen toplu paket halinde hastalıklar olarak yakamıza yapışır.  Bugün sahip olduğumuz çoğu hastalık bu gibi şeylerin tetiklemesiyle can bulmuştur. Doktorlar diyor bunu. Ben değil.  
   Kısaca zihinsel kaslar da en az fiziksel kaslar kadar ilgi ve alakaya muhtaç halde.  Yürüyüşler yapıyoruz,  spor salonlarına yazılıyoruz falan filan pek güzel tamam da...  Zihinsel sağlığı koruyup güçlendiren mental kasları ihmal edersek işlevsiz çürümeye mahkum et yığınları haline geliyoruz. 

    Peki mental kasları nasıl güçlendirebiliriz ? Bu kaslar fiziksel olanlara benzemez. Hatta tam tersi şeylerle güçlenir. Daha çok görünmeyen ama var olduğuna yürekten inandığımız şeylerin beslenmesiyle gelişir. Var edilmiş olmaya şükranla, var edene duyulan saygıyla ve merakla,   yaşama duyulan heyecanla, hayalgücüyle, sevgiyle.. İşte bir sürü gözle görülemeyen şeyle geliştirebiliriz mental kasları.  Üzerine ne kadar düşersek o kadar çalıştırır ve akabinde o kadar da güçleniriz. Böylelikle yılların bizden çalmasına engel olup bir Benjamin Button efsanesi bile olabiliriz :) 

   Anlatacak çok şey var ama hepsi tek günde olmaz malum :) Hem fiziken hem mental olarak sağlıklı sıhhatli günler olsun. 
Sevgiler :) 
Fotoğraf, Bornova/ İzmir.  Önceki geceden...  

9 Ekim 2019 Çarşamba

Amelie kafası/5

Beyin fazlalığını boşaltım seansı olan Amelie kafası yazılarımı sevdiğinizi söylüyorsunuz. Ah bi de bana sorun. Ben de en az sizler kadar seviyorum :) Bence hepimize zaman  zaman bu kafadan lâzım;)  O vakit başlayalım :)

#Ne zaman içimde birilerine karşı sinir ve öfke biriktirmeye başlasam asırlardır süregelen doğal işkence metodu olaraktan serçe parmağımı sehpanın  ya da kanepenin kenarına çarpıyorum.Ve anında kendime gelip düşüncelerimi güncelliyorum (Hadi bunu da açıklayın ateistler :))

#Trump'ın hayata bakışı eşittir üç yaşındaki bebişlerin emzik savaşı. Aslında ABD kültürüne cuk oturan başkan.

#Bi deri bileklik aldım. Aynı 60 lı yılların hippilerinin taktıklarına benziyor. Hiç çıkarmıyorum onu sağ bileğimden. Yemekte, gezmekte, abdestte hep benimle. O sağ bileğime bağlı ama beni bağlarımdan koparıyor adeta. Özgürlük hissi aşılıyor.60 lı yılların hippilerinin hisleri gibi...  

#Günlük planlara ısınmaya başladım son dönem. Bu planların içinde uzun yürüyüşler ve hatta yürüyüşler içinde uzun okumalar olduğundan belki de :) Yürüyüş yolu tenha olduğu için okuyabiliyorum yürürken. Bilim de söylüyor ama ben de söylemiş olayım ki okuduklarım bu şekilde daha akılda kalıcı.  Üstteki fotoğraf, o anlardan birinde çekildi. 

#Kış dönemi  arka balkonumda D vitamini saatleri ayarlanacak ve okuma eylemi bu saatlere devredilecek. Hadi bakalım inşaallah.

#İnsanların mutsuz olmasından,  mutsuz görünmesinden fenalık geldi. Siyaseti konuşuyor sonuç mutsuz, ailesini konuşuyor sonuç mutsuz,  ayakkabı bağcığını konuşuyor sonuç mutsuz.  İyi de mutlu olmak için senin katkın ne hayata?  Diye sorasım geliyor. Bi de en zor koşullarda hayatını sürdürmeye çalışırken mutluluk ve şükür hali içinde yüzü gülenleri tanıyorum nadiren de olsa. Ah canlarım...  

#Önümüzdeki günlerde bi ameliyat geçiricem. Ha bugün ha yarın ararlar hastaneden. Hayat öyle güzel ki.  Ameliyatlarla bile, hastanelerle bile, suratı asık hemşirelerle bile :)) 

#İzmir denince herkesin aklına deniz, güneş, palmiyeler geliyor. Ve hatta sevgi dolu insanlar geliyor. Benim de öyleydi.Bayılırdım İzmir'de yaşama fikrine.  Ama buraya gelince attığım her adımda büyük çöp yığınları görmekteyim. Deniz kenarından ücra kesimlere kadar çoğu yer çöplere teslim olmuş gibi. Diğer yandan insanlar gözle görülür şekilde kamplaşmış durumda. Makyajlı yaşlı teyzeler var burda mesela onlara gülümsediğimde böyle tuhaf  tuhaf bakıyorlar. Her hangi bir yerde yardım etmek istesem tedirgin olup  teşekkür bile etmiyorlar. İstisnalar kaideyi bozmaz tabi. Acaba tesettürlü biri olduğum için mi diye düşünesim geliyor ama yok canım diyor içimden bi başka ses. Hangi yüzyıldayız diye ekliyor.    "İzmirli olmak" markasının içi boş malesef. Her şey çok güzel değil burda, çevre ve bazı insanlar bakımından en azından... Ha mutsuz mu olucam?  Cık... Çünkü coğrafya değişmez kaderdir. Ve öğreneceklerim olmasa burda işim nedir?  Yine de Ah hayalimdeki İzmir, en azından sen hep öyle kal :) 

#Sonbahar gitmek üzere. Ama ben ona doyamadım bu sene. Az daha kalsa ya :) 

#Sosyal medyadan epey uzaklaştım son dönem. Telefonla vakit geçirmekten de... İşin sırrı vakti programlamak ve sosyal medyaya atacağın şeyleri sevdiğin yakınlarına atmaktaymış meğer :)  İyi geldi. Tavsiye ederim. 

Tamam bugünlük de bu kadar olsun ;) Şu evden çıkıp, yeni öğrendiğim kitabevinin yolunu tutayım ve  sonbahar güneşinden az daha nasipleneyim. 
Herkeslere sevgiler ! :) 

3 Ekim 2019 Perşembe

Ertelemeden "ertelemeyi" iptal et

    "Ertelemek" diye başımızın derdi bir şey var yaşantımızda. Evlerden ırak diyeceğim ama hepimizin hücrelerine bir miktar nüfuz etmiş durumda.
   Hani bu hastalık (İllet bir şey olduğu için rahatlıkla hastalık diyebiliriz) hayatımızdan neler neler çaldı bir bilsek belki de tankla tüfekle savaş açacağız ama o kadar masum kılıflar kullanıyor ki onu bir hastalık olarak dahi görmüyor çoğumuz. Aslında yakın bir zamana kadar ben de onların arasındaydım.
   Ta ki kayınvalidem kişisinin o sırrını fark edene kadar. Ah eski toprak başka sahiden. Kadın çok düzenli. Fiziki atmosferinin düzenli olması kafasının içini de düzenli kılıyor. Ama her zaman böylesi tertipli düzenli olmasının büyük bir yardımcısı varmış meğer: "Ertelememek" . Mesela mutfakta her zaman nasıl düzenli olduğuna dikkat ettim. Sonuç olarak, tek bir temiz bardak bile olsa gereksiz bir şeyi asla tezgah üzerinde tutmadığını gördüm. Bizim için önemsiz bir detay ama o sanki bunu zevkli bir eyleme dönüştürmüş. Mesela bir bilgisayar oyunu gibi zevk alarak yapıyor.  Anında işi bitenleri tezgahtan kaldırıp ortamı görüntü olarak da sadeleştirmiş oluyor. Bu sadelik yemeklerin kalitesine de yansıyor tabi. Bir de bizim bulaşıkları erteleme sorunsalımızı varın siz düşünün.
Neyse bu  konudaki uyanışım böyle oldu ve konu hakkında biraz araştırınca bakın nasıl notlar aldım :

# "Ertelemek" nice mahareti, olası başarıyı, potansiyeli sünger gibi emerek kişileri tembellik havuzuna atan ve  tedavisi olan bir hastalıktır.
#Erteleme hastalığı, zaman yönetimi ile değil duygu yönetimi yoluyla çözümlenebilir.
#Beyin, sorumluluklarımızı ertelememiz için önümüze hazza yönelik daha cazip alternatifler koyarak bize oyunlar oynayabilir.
#Alışkanlıklarımızı uzun vadede alacağımız olumlu sonuçlara göre hazla ilişkilendirmeyi başarırsak erteleme hastalığından kurtulabiliriz. Örneğin bir evde her gün az da olsa bir miktar temizlik yapmak uzun vadede yorucu ve yıpratıcı temizlik yapma gereksinimini ortadan kaldırabilir. Ya da bir öğrenci için her gün az miktar yapacağı tekrarların uzun vadede etkileri gibi... 
#"Ertelemek hakkında bir hadis bile var ki bu da bu hastalığın insan fıtratı için ne denli tahrip edici olduğunu ortaya koyar.  Sevgili peygamberimiz "Erteleyen(yarıncılar) helak oldu. " diyerek olayın ciddiyetinin altını çizmiştir.
#Bu konuda "erteleme hastalığım var" şeklinde bir kabullenişin bile bilinçaltımıza zararı büyük. Çünkü bilim insanlarının dediği üzere bilinçaltı aptaldır ve söyleneni kabul eder ve hemen ona göre davranır. 

Notlar böyle canlar.  Dilerim bu konuda daha uyanık oluruz ve bilinçaltımızın iradesini ele alıp erteleme hastalığından uzak oluruz. 
Herkese sevgiler... 
Fotoğraf, Kuşadası / Hafta sonundan... 

29 Eylül 2019 Pazar

Bugünden...

Bugün memleketin Kuşadası sahiline gelmek nasip oldu canlar.  Eşimin bir işi nedeniyle sahili bir miktar yalnız adımlamak da nasip oldu ayrıca. 

Yalnızlık, bir oyun hamuru gibi aslına bakarsanız.  Onu alıp şefkatle davranırsanız eğer mükemmel vakitler oluşturabilirsiniz. Hoyratlığı sevmez  lâkin yalnızlık. Şükürsüz olunursa en karanlık zindan oluverir. Hayatım boyunca yalnızlıklarımı alıp pamuklara sardım. Bunu sevgili yaratanın izniyle yapmaya çalıştım. Sevdim, şefkatle kucakladım tek başınalığı. Ve çoğu zaman tadından yenmezlikte hoş  vakitler inşa ettim kendime şükür. Bazen babamın dağın tepesindeki  taş duvar evinde, bazen de bir Eylül sabahı Kuşadası sahilinde... 

    Denize baktım bugün yine. Uzun uzun....  Ne muhteşem bir evrende nefes alıp verdiğime hükmettim belki bir milyonuncu kez. Deniz ve gökyüzü ikilisi için şükrün zerresini eda edemeyiz zannımca. Ama yine de hep var olsunlar hayatımda duasıyla şükrü ilave edeyim şuracığa. Dursunlar...  :)
 Sardunyalara rastladım bi yerde.  Anne evi, yaz günü, bir bardak soğuk ayran ve sardunyalar... Kelime kelime dizildiler zihnime.
    Sahil de yalnızdı ben gibi.  Kafasını dinliyor gibiydi o da.  Pek rahatsız etmek istemedim. Ama sohbetsiz olmazdı. Yorgun bir yaz geçirmiş. Gülümsedi yine de. Şükrün zirvesinde denizin kızı ne de olsa güzel sahil. Nazlı nazlı konuşuyordu yanında yürürken ama tripsiz bir naz... İçten, samimi...
 Kumların akılları anca başına geliyormuş.  Yüzleri gülüyordu güneşe doğru. Üzerlerinde koca yaz boyu hoplayıp zıplayan bir güruh. Aralara sızan çöpler atıklar... Ohh diyorlardı ohhh.... "Sıra bize geldi!  Sahil ve biz başbaşa kış boyu!  Güneş de gelir katılırsa aramıza bazı bazı... Değmeyin keyfimize! "
   Renkli bir merdivene oturup tanıklık ettim muhteşem döngünün evrensel şölenine... Dilimden dökülen o tek kelam, merdivene gölgesi düşen asırlık çınarın yaprağındaki saniyelik kımıldayış, başörtümü hafiften kımıldatan deniz meltemi... Şükür diyordu o an her şey. Şükür... 

    Hayatı sevin, yalnızlıklarınızı şefkatle kucaklayın, evrenin muhteşem ahengine eşlik edin ve her şeyden daha önemlisi tüm bunları yaparken sahibi unutmayın ve yüreğinizi en sevgiliye teşekkürsüz bırakmayın.

Sevgiler...

24 Eylül 2019 Salı

Günaydın!

Günaydın günaydın günaydın  sevgili hayat!  

Günaydın güzel satırlarla ruhumu nurlandıran güzel kalemler!  
Günaydın bardaktaki billur su! 
Günaydın kitaplık odam!  
Günaydın yeşil ve kırmızı ahh... Ne güzelsiniz günaydın!  
Günaydın insan meşgalesi! 
Dışarıdaki şehrin sesi, kuşların cilvesi ve aldığımız her nefesteki hu fısıltısı... 
Ah içimizdeki coşku!! Sana da günaydın!  
Sonbahar, asil mevsim, güzel geçiş kapısı kışa, günaydın günaydın sana da! 
Yaşama sevinci sen var ya sen, ahh sen!  
Rabbin içimize akıttığı coşkun ırmak, sen yaşama şükrü,iyi ki varsın sen! 
Sana da günaydın... 
Daim ak içimizde, serin rüzgârların eşliğinde şakıyan bir bülbül gibi, hiç bitme sen yaşama sevinci. Son nefeste bile şükür nuruyla nefesimize eşlik et güzel coşku!   
Günaydın blog insanları! 
Bu sabah da böyle ;)  
Fotoğraf, bu sabah kitaplığım önünden :) 

20 Eylül 2019 Cuma

Dost listesi


    Bugünlerde fark ettiğim bir şey var. Hayatımda uzun dönem var olan insanların yerini başkaları almış bir süre önce. Daha somut ifade etmek gerekirse son bir kaç yıl içinde. Tüm kadro değişmiş yani :) 
   Zor zamanlarda aradıklarım, daral geldiğinde yazdıklarım, kararsız kaldığımda fikrine danıştıklarım... Liste baştan sona yenilenmiş bir baktım da.   
   Yeni kişileri pek istememiştim önceleri. Ayıla bayıla almadım onları hayatıma.  Plansız ve apansız girdiler. Kimileri  de adım adım girdi geldi. Şükür ki sessizce kabullendim. Fosilleşen "dost kriterlerimi" çöpe attığımdan olsa gerek. Kaderin hediyesidir deyip kabul ettim  hayatıma her gireni.  
    Ama giden eski dostları da özlüyordum hep. Yenileri kabul ederken bile...Sonra bi baktım ki, yaşamıma giren bu  yeni kişiler tüm gidişatım için tam da ihtiyacım olan insan tipleri. Bakıyorum biri hayatımın bir boyutu için tam da ihtiyacım olan bir dost. Diğeri ise diğer bir boyut için... Yani yürüdüğüm yolda elimi tutan bu yeni dostlar yerine eskiler devam etseydi benimle, çok fazla tökezlerdim sanırım. Belki ilerleyemezdim bile. 
    Bunu fark edince, özleyip durduğum  eski dostlara veda ettim kalbimde usulca. Tamam dedim sevgiyle. Göreviniz tamamlanmış meğer bende. Elimi tuttunuz vakti zamanında ama o da ne sizin ne de benim isteğimleydi. Sadece Mevla'nın isteğiyle oldunuz benimle. Ve şimdi  yerinize yeniler girdi devreye. Özlem de bitmiş oldu böylece.  
   Demem o ki;  sorgulamadan kabullenmek yeniyi, ve usulca sorunsuz vedalaşmak etkisiyle... İşte yol anca böyle yürünür gider sevgiyle...  
Selametler olsun ahali :) 

Fotoğraf, Bornova/ İzmir 


12 Eylül 2019 Perşembe

İlâhî plan...


   Dün aslında yapacak o kadar çok işim var vardı ki... Ama içime gelip oturan bir Garfield beni esir almıştı sanki. " Aman bugün de zamanı akışına bırakıver. Gel boşver bi kahve yap da içelim. Azıcık daha yat azıcık daha... " diye diye güne dair bir plan yapamadan içimdeki tembel kediciğe yoldaş oldum.
    Sonrasında olaylar gelişti. Bi arkadaşım aradı dertleşmek için.  Uzun uzun konuştuk. Ayrımına varamadığımız şeyleri çözdük birlikte. Daha dikkatli olacağımıza dair sözler verdik birbirimize. Ve dualarımızda yer vereceğimize dair sözler de...  Sonrasında başka bir arkadaş grubunun çay davetini aldım. E tabi bir planım olmadığı için katıldım. Orda yine bana iyi gelen bir sürü şey girdi zihnime. Boş insanlar değillerdi...  Hayatta dümdüz baktığım olaylara değişik açılardan bakabilmek nasip oldu anlatılanları dinledikçe.  İyi geldi. Onlara da bana da... Ve yine ayrılırken birbirimize ettiğimiz dualar da cabası.
    Akşam vakti yaklaşınca eve döndüm. Akşam da plansız şekilde kendime ayırabileceğim uzun bir vakit şansı doğdu. Sabah vakitlerinde Garfield benimle birlikteyken yapamadığım işleri halledip üstüne de kaymak mahiyetinde bana iyi gelen diğer hobilerimle ilgilendim. 
Sonra şöyle güne dönüp baktığımda neden sabah o denli plansız ve tembel olduğumu çözdüm. Çünkü ilahi düzende benim için ertelenemeyecek şeyler vardı ve bunun için benim bir müddet plansız kalmam lâzımdı. O Garfield o yüzden gelip beni esir almıştı. Yani planlar üstü plan vardı ve o ne güzel plandı.
    O sebep akışa bırakmalı hep :) Çünkü unutmamalı,  her şey plan dahilinde ;) 
Sevgiler olsun herkeslere...

5 Eylül 2019 Perşembe

İnternet bağımlılığı

   
   
    Bugünlerde bazı mecburi nedenler yüzünden günlerimin bir kısmı internetsiz geçiyor.  Önceleri canımı sıkan bu durum şimdilerde hoşuma gitmeye başladı.  İnsan bazı şeylerden uzaklaştıkça bağımlılığının da farkına varıyor. Etrafta somut bir şeyler arıyor oyalanmak için.  Olayların, tabiatın, akışın farkına varıyor.  Hani diyorum ki internete kavuşsam bile kendim kotalar mı koysam acaba. Günde bir saat ya da iki saat filan gibi. Aslında internet kullanımını kısıtlama konusunda hep bir gayretim vardı ama  saat sınırlaması koymayı düşünmemiştim hiç.  Şimdi ise ciddi ciddi düşünüyorum.  Özellikle akşam saatleri ve sabah saatleri için... Uçak moduna almayı düşünüyorum. Biraz inziva ruhuma da ayrı bi terapi olur inancındayım. Bununla birlikte internette geçirdiğim vakitlerde daha fazla blog okuma ve sesli kitap mevzularına da ağırlık vermek planlarım arasında.  
    Bunları deneyenleriniz var mı içinizde ? Eminim vardır, okumayı yazmayı seven blogcanların böyle denemeler yapmasından daha doğal ne olabilir?  Neler yapıyorsunuz ? Yazın lütfen ;) 
Bu sabah da böyle olsun, sevgiler herkese :)
Fotoğraf, Çiçekliköy 

2 Eylül 2019 Pazartesi

Rüyalar sadece rüya değil

   Son günlerde, geceleri rüyalarımda mı yaşıyorum yoksa gündüzlerde mi yaşıyorum tamamen birbirine karıştı. Rüyalarımda neler yaptığımı neler yaşadığımı tam olarak hatırlayamıyorum. Ama uyanınca bende bıraktığı hisler etrafımı saran billur bi bulut kütlesi gibi çevreliyor beni. Ve uzun müddet içinde dolaşıyorum o bulutun. 

    Mutfağa gidiyorum kahvaltı hazırlıyorum,insanlarla konuşuyorum, metroya biniyorum ama ruhum çok başka bir yerlerde. O tatlı rüyalarım verdiği güzel hislerin içinde. Derken öyle böyle gün bitiyor ama ben yorgun bir uykudan ziyade yeniden taze ve berrak hisler dünyasına dalmak için koyuyorum başımı yastığa. Gün içinde Leyla gibi dolanırken gündelik hayatımı geçiştirmeye çalışıyorum resmen. Çok ilginç...  Var mı böyle şeyler yaşayanlar acep. 
    Neyse günaydın dostlar.  Şimdi de mesela sıkıcı bir kamu alanı içinde sıramı bekliyorum ama ruhum geceden kalma yine.  Etrafta pembe beyaz tüllerin uçuştuğu çok hoş bir evrende :) Hayır delirmedim delirmedim şükür. Delirsem insanlar fark eder çünkü. Yani kısaca demem o ki : 
Rüyalar sadece rüya değil. 

Fotoğraf, Çiçekliköy/ İzmir - Dün çektim.  

29 Ağustos 2019 Perşembe

Amelie Kafası/4


Şöyle bi baktım da, uzun süredir bloğumun kutsal ayinlerinden biri olan beyin boşaltma işini ihmal etmişim.  Yani "Amelie kafası" köşesini... O vakit, hadi Bismillah... 

# Direniyorum direniyorum ama sonunda sanırım alnımın akıyla kullandığım Türk marka çamaşır deterjanını bırakıp nefret ettiğim o yabancı marka çamaşır deterjanına transfer olacağım.  Çünkü olmuyor. Beyazlamıyor çamaşırlarım. O markayı kullanan yakınlarımın çamaşırları ise sakız gibi :( Bazen idealist olmak, kötü ev kadınlığını da beraberinde getirir mi?  Getiriyormuş.  :/ 

#Tanıdığım bir  abla var.  Kadın pire gibi.  Beş dakika boş kalmıyor. Hep bir plan program ve hareket içinde. Onunla birlikteyken keyif çayı içemiyorum. Çünkü o hep servis tabaklarını toplama derdine düşüyor. O zamanlarda ben de çay içmeye devam edersem, kendimi göbeğini kaşıyan bakkal Murtaza gibi hissediyorum. 

#Demin biri beni öyle bi sinirlendirdi kiii.  Öyle böyle değil. Hani şeytan diyor aç ağzını yum gözünü. Ama sonra melek de diyor ki: Yok ya o kadar kasma. Hem annesini hem babasını rahatsızlandıkları için  aynı gün hastaneye getirmiş biri ne de olsa karşındaki. Şimdi kızılmaz ki buna. Meleğe hak verip şeytanı susturuyorum. 

#Mavi rengi fazla sevmiyor oluşuma rağmen İzmir'e geldim geleli mavi renkli kıyafetler  giyiyorum. Denize yakın olmanın tezahürü mü acep?  Ya da  kırk yaşımın akıp durulmuşluğunu mu yansıtmaya çalışıyor bilinçaltım. Belki  öyle ama bunun başka yolları da var. Bu işe bir el atmalıyım sanırım.  

#Ha bir de İzmir'de tesettür kıyafet bulma sorunsalı artık çözülmeli. Orta karar tesettür kıyafet bulmak çok zor burda. Ya Karamürsel sepeti gibi janjanlı şıkır şıkır göz kanatan kıyafetler ya da ninem zamanıma ait soluk beniz kıyafetler. Giyim zevkim felç geldim geleli.  Oysa bi Denizli böyle miydi ya. Ah gözünü seveyim.

#"Kıyamam" kelimesi dilime yapıştı kaldı. Yaşadığım yüzyılın Adile Naşit'i gibi sürekli birilerine kıyamayıp duruyorum dilimle. Sanırım içimdeki kahrolmayası insan sevgisinin en akışkan sözcüğü bu o sebep belki de.  

#Bence hastanelere pembe renkli moral köşeleri yapılmalı. Büyük rahat minderlerin atıldığı havadar mekanlar olmalı buralar. Güler yüzlü gençler hizmet etmeli. Okulların değerler eğitimi için gönderdiği öğrenciler olmalı bu gençler. Sohbet etmek isteyen yaşlıların (bazen genç de olabilir) dertlerini dinlemeliler. Sessizlik isteyen hastaları ise bir köşeye güzelce oturtup rahatsız etmemeliler. 

#Mutfakla aram çok iyi şu sıralar şükür. Bunda biraz çekirdek ailemin et yemeklerinden ve karbonhidrat tüketiminden uzaklaşma gereksinimi etkili sanırım. Böylece ait olduğum Ege mutfağına dair harika zeytinyağlılarımı döktürebiliyorum .Çünkü oldum olası sebze yemeklerinde çok iyiyim.  Oh nefis oluyor hepsi!  :) 

#Az önce üçüncü maddede yazdığım beni çok sinirlendiren kişi aradı. Telefonu meşgule attım. Meleğin işi tamamlanmadı demek halen :) 

#Her geçen gün daha iyi anlıyorum ki yazmak beni besleyen çok önemli bir kaynak. Ancak dengeli beslenmek için okuma seçimlerini de titizlikle devam ettirmem gerek.  

#Hastanelerle ilgili şu da yapılsın lütfen: Boş boş oturup etrafı seyreden hasta yakınlarını markaja alan birer görevli tayin edilsin. Boş bekleyen kimselere güler yüzle okuyacak bir şeyler ikram edilsin. Yani bu kişiler " Yok ben almayayım okumak beni tiksindiriyor " deseler bile onlara dünyayı, evreni, kültürleri anlatan sesli grafiksel anlatılar sunulsun. Yapılsın efendim.  Boş beklenilmesin. Gelişilsin. 

#Dekorasyonun, kişisel bakımın, herhangi bir  bilgi akışının, renklerin, hafif müziğin moralle yakından ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Hayatımızda bunlara yer verirken ki seçimlerimiz de çok önemli.  

Bugünlük yetsin bu kadar.  Oh içim rahatladı!  Yaşasın Amelie köşesi!  ;) 
Sevgiler herkeslere :) 

Fotoğraf, yeğenimin bebişi için elimle yaptığım vosvos :) 


28 Ağustos 2019 Çarşamba

Mış gibi yaşamak...


    Sabahın 5 buçuğunda yazıyorum bunları. 
İnsan, mış gibi yaşamaktan yoruluyor bazen.  Her şeyin hakikatli yaratıldığı bu dünyada mış gibi yapıp durdukça aldığı her nefesi habire ziyan ediyormuş gibi hissediyor.  Mış gibi yaşamak berbat bir şey. 

    Mesela hiç de merak etmediğin halde "nasılsın" diye sormak karşındakine.  Ya da nasıl olduğunu  merak ettiklerine kırgın olduğun için soramamak nasıl olduklarını. Al, mış gibi yaşamak işte. 

    Mesela inanıyorum bir yaratan olduğuna demek. Ama kullarından istediklerine sırt dönmek. Ona saygı duyuyormuş gibi yapmak. Mış gibi yaşamak.  

    Mesela bir sanat eserine aşık olma derecesinde hayranlık duymak.  Ama sanatçının hislerini önemsememek. Mış gibi yaşamak.  

    Mesela asla başlayacağına inanmadığın halde,  söyleyip durursan kilo veririm sandığın o diyete başlama planı. Mış gibi bir şey o da. 

    Asansörde karşılaştığın komşuna saliselik sahte gülümseyişin, mış gibi yaşamak sadece.  

   İyi insan olduğunu söylemek ama karıncaların üstüne basıp geçmek.  Mış gibi yaşamak.  

    Acize,horlanana,mülteciye,sokaktaki dilenciye bile, saniyelik bir acımayla bakıp geçiverişin... Merhamet değil işte o.  Mış gibi yapmak sadece.

   Sevgili peygamberi çok sevdiğini söylemek ama çocuklarla sohbetinde onları kendine eşit seviyede tutmadan sohbet etmek. Sünneti ıskalamak... Bak mış gibi yaptın yine.  
  
    Her yeni güne mucizevi bir şekilde uyanması tüm kainatın ve insanın ise sadece uyku sersemi oluşu o saatlerde... Gerçekten yaşamak değil de bu,  mış gibi yaşamak sadece.

    Daha örnekler çoğaltılabilir. Ama yetsin bu kadar. Farkındalığımız artsın dilerim.  Gerçekten yaşamak güzel şey. Mış gibi değil de gerçekten yaşamak...  Kalıpları kırmak gerek sadece.  

Sevgiler olsun ama gerçek olsun ahali...  
Fotoğraf, Florya / İstanbul 


22 Ağustos 2019 Perşembe

Mektup



   Son üç gündür bazı sağlık sorunlarıyla imtihan oluyorum.O yüzden pek uğrayamadım bloğuma.  Aslında Mevladan kucağımıza düşenlere "sorun"demek ne kadar doğru onu da bilemiyorum. Hepsi güzel birer mektup değil mi aslında ?
Sevgilinin seni terk etmesi, hastane odasında yapayalnız serum yemen, maaşının ay sonu gelmeden bitmesi, evladından gördüğün vefasızlık ya da bir evlat sahibi olamamak falan filan...   Bunların tümü bizim kim olduğumuzu ya da en temelde kime ait olduğumuzu hatırlatan mektuplar. Zarfı açmak lâzım sadece.  İçindekileri okumak ve de... 

    Eve bir icra mektubu gelmiş olsun mesela. Açıp okumazsak orada öylece durur ama yapılacaklara engel olabilir mi bu tavır?  Hayır. İcra eninde sonunda yapılır. Mevladan gelen ikazlar da böyle biraz.Tek fark, Mevla icra memurları kadar ketum değil. Rahmet kapısı hep açık ve sevgi dolu merhameti hep taze. Bu ikazlar, bazen sevgili dilinden gelir, bazen evlat elinden vesaire vesaire... Ama hep yüzünü  en sevgiliye döndürmen için gelir. Açıp okumak gelmeli o vakitlerde ilk olarak akla.  Az utanarak belki,  sıkılarak ama mutlaka sevgiyle okunmalı. Sevgiyle ve  güzel sabırla... (Uygulaması yazmasından daha zor ama ikazlar bu yüzden ardı ardına yapılıyor zaten)  

    İşte ben de sağlığım kanalından böyle bir mektup aldım en sevgiliden. İlk gün afallıyorsun. Mektup olduğunu bile anlayamıyorsun. Ağrı diyorsun sancı diyorsun ıvır zıvır... Sonra aklını başına alınca açıp okuyorsun. Rahmanın sevgi eli merhamet eli oracıkta erişiveriyor sana işte.  
Şükür bu gün daha iyiyim.  İyiyim ki açıp bloğuma bir şeyler karalayabildim.  Aldığımız her sağlıklı nefese bin şükür. Kıymetini bilmediğimiz, alıp geçiverdiğimiz, alıp gafletle tükettiğimiz o canım nefeslerin her birine bin şükür. Yer yüzündeki nefesler sayısınca şükür...  
Bir duanızı alırım canlar. 
Sevgiler, sağlıklar olsun hepinize... 
Fotoğraf, Çanakkale, Sıhhiye bahçesi. 

18 Ağustos 2019 Pazar

İhtiyarlar



    Nerde bir ihtiyar bulsam hazine bulmuş kadar seviniyorum.
Onlarla vakit geçirmenin bir sürü faydası var. Şahsen ben faydasını bolca görenlerdenim.

    Mesela bir tanesi bana eşlerle uzun süren mutlu bir yuvanın sırrı sabırdır demişti.  Bir sabah eşiyle kahvaltı ederlerken başına gelen bir anıyı anlatmıştı sonra. Masadan kalkarken yanlışlıkla ayağına basmış eşinin. Eşi de "Biraz dikkatli olsana! " diye çıkışmış. Ayağında terlik olan hatun terliği eline alıp "sen eşimin ayağına nasıl basarsın! Seni fırlatayım da gör! " Deyip uzağa fırlatmış. Sonra ikisi de gülüşmüşler ve  kahvaltıya devam etmişler. Bu anı aklıma kazılı kaldı yıllarca. 
    Mesela başka biri yemek yaparken iyi bir sonuç almak için kendini yemeğin yerine koymak gerektiğini öğretmişti. Ne kadar nazik davranırsan o kadar lezzetli bir  yemeğin ortaya çıktığını onun yemeklerinden öğrendim. 
    Mesela  bi tanesi de bana bir dua öğretmişti.  Yatarken yapılan bir dua, aynen şöyle :
Allah'ım sağımı nurlandır,
Solunu nurlandır,
Önümü nurlandır,
Arkamı nurlandır,
Üstümü nurlandır,
Altımı nurlandır,
Beni nurlandır,
İmanımı nurlandır.
Amin.
Çok sevmiştim bu duayı. Nur, ışık demek bilirsiniz :)
    Bir tanesine de kırılmıştım evvel zamanlardan birinde. Basıp gitmiştim ortamdan. Akşam olup ışıklar kararınca iki dondurma alıp gelerek benim gönlümü almıştı. Benden yaşlı olmasına rağmen büyük tevazu göstermişti. Tevazuyu öğrendim ondan da.
   İhtiyarlar çoğu zaman güzel insanlar velhasıl.İstisnaları bilmem. Ama hepsinde sayfalar dolusu yaşanmışlık var o kesin.  Yeter ki saygı gösterelim,  arkadaş olmak isteyelim,  yeter ki halini hatırını sorup kapaklarını kaldıralım. Sonra da öğrendiklerimizi de bi güzel arşivleyelim.
Sevgiler herkese :)
Fotoğraf, Çanakkale.

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Beyaz yakalı

                        
    Ah ne mutsuz ne mutsuz. Çalışmak istemiyormuş. Her gün kapitalist sistemin içinde ırgat gibi koşturmak canına yetmiş. 

    Banka sektöründe çalışan bir beyaz yakalı hatun o... Ama kendini modern yüzyılın kölelerinden biri olarak görüyor. Dört yaşında bir oğlu var.  Mutlu anlarına şahitlik etmek istiyor ama mütemadiyen yorgun.Oğlu herşeyden çok onu sevsin istiyor ama bunu sağlamak için bile  enerjisi yok. 

   Söylediğine göre yarımmış her şey. Yarım anne, yarım çalışan, yarım kadın, yarım aşçı, yarım temizlikçi. Her şey yarımmış hayatında. Bu tükenmişliğin ardında küçük küçük dağlar oluşmuş. Biri isyan dağı, biri kibir, biri ümitsizlik... Daha vardır ama gördüklerim bu kadarı. 

    İsyan dağının taşı toprağı gani. Her şeye isyanı var her şeye... Uçan kuşa, esen rüzgâra... Öfke ve hınç dolu tüm aleme. Kibir dağını, çalışmayan ama güzel ve rahat ömür süren insanlara duyduğu aşağılama yükseltmiş habire. Ona göre kocasının durumu iyi olup da çalışmayan her kadın; çıkarcı, acınası ve embesil tüketici. Ama o öyle mi ya,  o emekçi, o alın terinin parlattığı anlı açık bir gurur timsali.Ümitsizlik dağını ise önyargıları yükseltip büyütmüş. Öyle bir ümitsizlik ki bu, her şeyi kesinlikle en doğru şekilde bildiği için bu durumun içinden çıkış asla mümkün değil kabulü ile sabitlenmiş zihnine ümitsizliği. 

    Eşi çalışmasını istemiyor aslında." Az kazanalım ama mutlu olalım" dedi yanımızda. Sanırım kendini bu kıskacın içine yine bizzat kendisi sokmuş durumda. Çünkü günümüzün saygın  kadın profili malumunuz: Yüksek topuklar üzerinde bulutlara yükselmeli kadın.  Mutlu mutsuz çok şey değil.  Ve sonuç bu...  
Koca dağların arasında ezilip  kalmışlık.

    Sık sık bir araya gelmek durumundayız. Öyle zamanlarda oksijeni tüketiyor adeta ortamdaki. Ona en başta söylemek istediğim şey, dünyanın üç günlük olduğu tabi. Sonra  hayatta ne istediğini tam olarak netleştirmesi ve rotasını ona çevirmesi gerektiği... Yaradana bi miktar güvenmesi gerektiği velhasıl. V. s. Ama o dinleyemiyor beni.  İki nedeni var belki de.  İlki nefes almaya zorlanırken dinleme yetisini kaybedişi  belki. İkincisi ise,  ben de kocasının durumu iyi olup çalışmayan bir kadınım onun cephesinde. Konuşmamın pek değeri yok yani kısaca. Oysa tüm rahmet onca zahmet sonrası zuhur eder ve her konfor zorlu kararların bebişidir. Ama hayatımdaki zorlu dönemlerime şahit olmadığı için hakkımda derin önyargılar taşımakta. Ah gidi ah...  
   Ona anlatamadım ya şuraya iliştireyim dedim: 
Ne yaparsanız yapın yarın ölecekmiş gibi sevgi ve huzurla yaşayın. Az yiyin az giyin az harcayın ama huzurla yaşayın.  
Sevgiler herkese!  

12 Ağustos 2019 Pazartesi

Bayram bin renk...

Bayram mı ? 

Bayram biraz " Çok karıştırdım ben almayayım" dır. 
Biraz "Ya ben Ayşe halalara gitmem ya ne işim var! " dır. 
Biraz "Bak görüyo musun bayram deyip bi aradı mı? " dır.  
Biraz "Al şu bozuklukları,çocuklara bayram harçlığı olsun"dur.  
Mesela bazıları için biraz da  "Bayram gelmiş neyime"dir. 
Bazen de" Bugün bayram her şey serbest çocuklar! " dır.  
Kimisi için mezarlık ziyaretidir sadece mesela bayram, yaşayanı kalmamıştır filan... 
O kadar çok insana bi o kadar çeşitte akseder bayram. Bin renkte bir çiçek gibidir biraz. 
Herkesin bayramı kutlu olsun.  Sevinçli kalpler, hüzünlü kalpler ve aradaki ruh hallerinde seyreden tüm kalpler... Herkesin bayramı bayram olsun  emi canlar!  

... 

8 Ağustos 2019 Perşembe

Zaman

Zaman ne kadar çok şeyin değişmesine vesile...

*Yeğenimin bebeği on günlük minik Zehra, misafir yanında bu kadar uyunmaması gerektiğini zamanla öğrenecek.

*Balkona astığım yeşil biberler zamanla kırmızıya dönecek.

*Kitaplığımdaki gıcır gıcır yeni kitaplar, zamanla sararıp o zarif yapraklı sahaf kitaplarına dönüşecek.

*İçimizdeki taze hüzünler, zamanla  yeni meşgaleler çıktıkça yerini  maziyi unutmuş telaşlara bırakacak.

*Yeni aldığım dantel ayakkabılarım, zamanla yıpranıp eskiyerek değersiz bir çöpe dönüşecek.

*Önüne konan yiyeceklere sürekli burun kıvıran sarı saçlı minik prenses Pelin, yetişkinlikte önüne her şeyin bu kadar hazır gelmeyeceğini zamanla öğrenecek.

*Bugünün yaşanmışlığı zamanla anlatılası hikayelere evrilecek.

*"Ay okumaktan nefret ederim" diyen, aramızın hiç düzelemediği o x bayan kişisi... Şu an tüm enerjisini fiziki güzelliğe ve instagramda  elit görünmeye harcadığı için enerjisiz kalmaktan ölmüş ruhuna yaşlılık gelip çattığında zamanla depresyonlu bir ihtiyara dönüşecek.

*Balkonumdan görünen inşası yeni tamamlanmış cansız görünümlü site, zamanla içinde binbir insanın ışıklarıyla hareketlenen canlı bir organizmaya dönüşecek.

*Güneşler doğacak güneşler batacak.  Belki milyon kere...  Ve hiç batmaz denen dünya, zamanla  kaçarı olmayan o sona erişecek.

Hepsi ama hepsi zamanla...  ;)
Siz de eklesenize bir şeyler :)  Kendi hayatınızdan notlar içeren cümleler olsun ama.  Ah neler çıkar neler  kimbilir :)
Sevgiler herkeslere.
Fotoğraf, Galata kulesi/İstanbul.  Gece turumuzda çekilmiş bir fotoğraf.

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Buçuk kromozom fazlalı...

   Sanırsam bir Down sendromlu'dan yarım kromozom filan eksiğim. Sanki buçuk kromozom döndürmüş gibi beni down sendromlu olmaktan. Kendime ve çevremdeki yaşıtların davranışlarına baktığımda bu kanıya varıyorum. Yani şimdi öyle olsa bile bunu buraya niye yazdım?  E çünkü bloğumu az biraz günlük yazar gibi de kullanıyorum da ondan.  

1 Ağustos 2019 Perşembe

Hamarat kelebek

   Bugünlerde acayip hamarat bir insanım.  Bin şükür. Kelebekler gibi ordan oraya uçup duruyorum sanki. (Sırf fotoğrafa atıf yapmak için kurdum şu cümleyi)

   Sabahları afyonumun patlaması sürecini nerdeyse minimuma indirdim diyebilirim. Yok öyle sabah uyanınca eline telefon almalar dakikalarca instagram kaydırmalar filan.  Çünkü babam bize geldi ve uyanır uyanmaz kahvaltı yapmak ister tatliş insan. Baba olunca bekletemiyosun. Koca olursa bekletirsin. Ayılır bayılır ağırdan alırsın,  olmadı hadi dışarda yapalım mı deyip  elin oğluna bir de simit peyniri kitlersin, oldu bitti işte kahvaltı.   Ama babacık olursaaa... Gözünü mutfakta açıp, kendini çay demlerken buluyorsun uyur uyanık.

    Kahvaltıdan sonra bulaşıklar halledilip ev düzene sokuluyor.  Bir yandan yeni güne niyetler yapılıyor. Dualar ediliyor.  Bugünlerde şöyle diyorum :
Allah'ım bugün öğreneceğim şeyler beni daha da olgunlaştırsın, gelişmeme katkı sağlasın ve beni sana daha da yaklaştırsın. Daha da daha daa...  Yetmez bu yakınlık bana! Amin...
    İşler bitince ara vermeden hoop evin kütüphane köşesine ışınlanıyorum. Sabahları serin oluyor köşe. Ama öncesinde ocaktaki çay ısıtılıp yanına kayınvalidemin Konya dan getirdiği kuruüzümler konuluyor. Her gün 21 tane kuruüzüm... Hadis var hakkında araştırın isterseniz. Çay tepsisiyle masaya oturuluyor. Bahrül medid'den yudumlamak için kollar sıvanıyor.  Onun ne olduğunu merak eden yan taraftaki kategori kısmında var,  tık tık yapsın oraya. Öğle vaktine kadar devam ediyor bu okuma eylemi.  Ama durun bi dakika!  Arada bir mola verip sabah sporumu da icra ettiğimi söylemeliyim. Çünkü sağlam kafa sağlam vücut kombini biliyorsunuz :)

    Neyse öğleden sonra programı başlıyor ardından.   Günün yemeği titizlikle tespit edilip uygulamaya konuluyor. Yemek yapmadan güne devam etmem mümkün değil. Önceleri yoktu bu hassasiyet. Yemeğiyle kocasını mutlu etme eğilimli Geyşa ruhu ne ara içime kaçtı ben de çözemedim. Dedim ya bunlar hep Emine Beder sendromu.  Ya da Sahrap Soysal mı demeliyim?  İkisinin karışımı bir şey oldum işte şu aralar.  Günün geri kalanında biraz  eve dair işler güçler  (çoğunlukla ıvır zıvır temizlik ya da çekmece düzenlemece v.s.) alıyor vakti. Yalnız bi nokta var.  Bu işler yapılırken telefon yanımda ya bir beyin bilimci döktürüyor oluyor youtube zımbırtısında,  ya da kaçırdığım bir açık oturumu dinliyorum. Ütü yaparken bir kaç sesli kitap da bitirmişliğim var.  Yani işler körü körüne yapılmıyor bilgilendirici videolarla vokallerine kavuşturuluyor mutlaka. Ve bazen videolar otomatik oynamaya başlayınca hiç hedeflemediğim videolar açılıp çok ilginç şeyler öğreniyorum. Bana faydalı şeyler. Faydalı çünkü neden?  Çünkü sabah duasını yapmıştım ya o yüzden :) Çaktınız mı??  Önce iyi niyet,  ardından güzel dua ve hoop gelişme!  Her gün ayrı bir vadide geçmiş oluyor sanki böylece :)
   Öğleden sonra için bir arkadaşla çay saati yapılacaksa da bazı kriterler var tabi.  Zaman sınırlaması oluyor en başta. Saldım çayıra türünde oturup kalkmalara ısınamadım oldum olası. Saat 18 de kalkmayı mı planladım?  Aynen uyguluyorum.  Yani çoğu zaman diyeyim bari.
   Eve geliyorum, eşim kişisi gelene kadar az biraz instagramda sevdiğim sayfaları ya da Semerkand dergi sayfalarını karıştırıyorum. Sonra sofrayı hazırlıyorum ve bunu yaparken kısa bir şeyler dinlemek için yine telefonumu açıyorum.  Hoopp eşim geliyor. Yemek yedik,  sofrayı topladım derken saat 7 30 oluyor. Benim yürüyüş vaktim! Her gün en az 40 dk.  yürümeye çalışıyorum. Evin arkasındaki uzun yürüme parkurunda... Palmiyeli hoş bir İzmir köşesi burası. Yürüyorum çünkü sağlam kafa biliyosunuz siz nerede oluyor dimi?  Taş kafalı olucam yakında, bi o kadar sağlam olacak  yani :) Neyse yürüyüş sonrası eve gel.
   Akşam eşim kişisi ya bir gezme planlamıştır ya da doğaçlama bi teklifle gelir filan... Ya da güzel bir film açılır çay demlenir şükürle içilir. Ama hiç okuma saati olmaz çünkü eşim kişisi buna yanaşmaz. Bana kalsa süper olur aslında.  Gün böylece biter.  Boş kaldım mı hiç?  Hayır, ya da çok az.  Ama sürekli duyduğum şey şu : "Ay Bilge, hayat sana güzel valla iş yok güç yok."  Ya da şu: " Kızım tutanın yok çekenin yok gez dolaş işte! " Ya da şu:" Ay yaa çocuk filan da yok napıyosun gündüzleri sıkılıyo musun çook"  Yani hayat güzel tabiki şükür de o kadar da boş kalmıyorum be. Kalmamalı da hiç kimse.  Diyesin gelir ama demez es geçersin.  Niye diyeyim ki.  Önce Allah bilsin. Sonra bloğuma yazarım bloğum bilsin :))
Yani bu yazının ana fikri şu canlar : Ev hatun kişilerini boşun boşu görüyorsunuz ya hani bazen. Boş başak dik dururmuş,  dolu başak eğilirmiş.  Bunu da unutmayın tamam mı?  Ha bir de... Bence yeryüzündeki en büyük başarı, bir insanın kendini bilerek huzuru yakalamasıdır. Çünkü tüm insanların huzurlu olduğu bir dünya tadından yenmez olurdu.
(Başak benzetmesi klişenin dibi oldu ama neyse :))Bu arada son olarak belirtmeliyim ki tüm bunlar Rabbin istemesi ve yardım etmesiyle mümkün olan şeyler.  Onun rahmeti olmasa yaşam enerjisinin zerresi bulaşmaz ruhlarımıza. Şükür milyon kere.
Hadi gidip yatayım. Yarın yoğun bi gün yine ve hamarat kişiler çok yorulup erken uyumak ister malum :)
Sevgiler ahali!  ;)
Fotoğraf, Çanakkale'de bir tepeden...  geçtiğimiz aylarda çekmiştim.

30 Temmuz 2019 Salı

Bu ülke

   Geçtiğimiz anneler gününde almıştı bu kitabı sevgili eşim. Annelik nasip olmadı bana. Şu saatten sonra olur mu bilmem.  Rabbim bilir. Hiç bir konuda ihtirasla istememeyi öğretti yıllar bana.  Annelik de öyle bir arafta konu benim için.  Olsa süper olur ama olmuyorsa da vardır Mevla'nın bir bildiği düşüncesindeyim yani.  Sevgi dolu anne evlat diyaloglarına bayılırım, bebişlere her türlü tav olup  dibim düşene kadar hayran kalırım filan... Ama yine de böyle şeylerin içimde yakıcı hisler oluşturmasına fırsat vermiyorum şükür. Rabbimin izniyle tabi...

    Ne var ki şu anneler günü gelip çatınca az biraz dengem oynuyor. Yani belki de çok biraz :) Bilemiyorum artıkın. Hayır rahmetli  anneciği kaybetmişim 2010 da.  Kendimin de bir evladı yok halihazırda. Ama her yer "anne anne!" nidalarıyla inlerken iç sesi susturmak zor tabi. Her şeyin ama her şeyin,  tüm varlıklarımızın ve yokluklarımızın  da Allah'tan gelen güzel birer mektup olduğu gerçeğini hatırlayarak pansuman etmek var ya hani dertleri...  İşte o süper bir şey. Anında kalıcı etki.  Bin şükür...

   Yine de geçtiğimiz anneler günü dedim ki kocam kişisine: " Bak kocacım !  Doğum günümde istemem evlilik yıldönümü filan da tırt!  Ama anneler gününde bana hediye alacaksın!  Kitap olursa makbule geçer! "  Ay ne yapayım onun akıl etmesini mi bekleyeyim?  Hiç bekleyemem. Arabada gidiyorduk. Canımcım hemen hay hay deyip rotasını değiştirdi arabanın. En yakın kitapçıya gidip mutlu etti beni. Cemil Meriç'in "Bu ülke" siyle buluşmamız böyle oldu işte :)

    Şu fikir kitabından bahsetmek için bu alakasız girişi yapmak da bana özgü yapacak bir  şey yok :)

    "Bu ülke" bir iki kez okunası bir kitap bence. Daha çok bir ansiklopedi havasında sanki.  Yazarın dönemine ve öncesine dair fikir adamları,akımlar,tarihi gelişmeler ve dillendirilmeyen onca gerçeğin en objektif şekilde aktarımı yapılmış.  Ayrıca Cemil Meriç'in biyografisi de mevcut kitapta.  Fildişi kulesini kıskanmamak mümkün değil. O da ne derseniz yazarla birlikte efsaneleşen bir metafor diyebiliriz belki.  Cemil Meriç gibi fikir adamlarının değerinin yaşarken bilindiği özel bir dünya hayal ediyorum. Ne güzel olurdu.
Kitaptan bir kaç alıntıyla sonlandırayım yazıyı.

"Din, aşk, şiir.  Boşlukta yuvarlanan insanın,  bir yıldıza attığı merdivenler..."

"Münakaşa eden iki insan... Aynı graniti yontan iki heykeltıraş, aynı hakikati arayan iki yol arkadaşı, hedefi tahrip değil terkiptir bu kavganın.... "

"Denize attığın bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer  çocuk, içine gönlünü boşlattığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar."

Ah ruhum... Diyor insan değil mi. Okuyalım güzelleşelim be canlar. Tavsiyemdir kitap.  Sevgiler herkeslerime :)