29 Ağustos 2019 Perşembe

Amelie Kafası/4


Şöyle bi baktım da, uzun süredir bloğumun kutsal ayinlerinden biri olan beyin boşaltma işini ihmal etmişim.  Yani "Amelie kafası" köşesini... O vakit, hadi Bismillah... 

# Direniyorum direniyorum ama sonunda sanırım alnımın akıyla kullandığım Türk marka çamaşır deterjanını bırakıp nefret ettiğim o yabancı marka çamaşır deterjanına transfer olacağım.  Çünkü olmuyor. Beyazlamıyor çamaşırlarım. O markayı kullanan yakınlarımın çamaşırları ise sakız gibi :( Bazen idealist olmak, kötü ev kadınlığını da beraberinde getirir mi?  Getiriyormuş.  :/ 

#Tanıdığım bir  abla var.  Kadın pire gibi.  Beş dakika boş kalmıyor. Hep bir plan program ve hareket içinde. Onunla birlikteyken keyif çayı içemiyorum. Çünkü o hep servis tabaklarını toplama derdine düşüyor. O zamanlarda ben de çay içmeye devam edersem, kendimi göbeğini kaşıyan bakkal Murtaza gibi hissediyorum. 

#Demin biri beni öyle bi sinirlendirdi kiii.  Öyle böyle değil. Hani şeytan diyor aç ağzını yum gözünü. Ama sonra melek de diyor ki: Yok ya o kadar kasma. Hem annesini hem babasını rahatsızlandıkları için  aynı gün hastaneye getirmiş biri ne de olsa karşındaki. Şimdi kızılmaz ki buna. Meleğe hak verip şeytanı susturuyorum. 

#Mavi rengi fazla sevmiyor oluşuma rağmen İzmir'e geldim geleli mavi renkli kıyafetler  giyiyorum. Denize yakın olmanın tezahürü mü acep?  Ya da  kırk yaşımın akıp durulmuşluğunu mu yansıtmaya çalışıyor bilinçaltım. Belki  öyle ama bunun başka yolları da var. Bu işe bir el atmalıyım sanırım.  

#Ha bir de İzmir'de tesettür kıyafet bulma sorunsalı artık çözülmeli. Orta karar tesettür kıyafet bulmak çok zor burda. Ya Karamürsel sepeti gibi janjanlı şıkır şıkır göz kanatan kıyafetler ya da ninem zamanıma ait soluk beniz kıyafetler. Giyim zevkim felç geldim geleli.  Oysa bi Denizli böyle miydi ya. Ah gözünü seveyim.

#"Kıyamam" kelimesi dilime yapıştı kaldı. Yaşadığım yüzyılın Adile Naşit'i gibi sürekli birilerine kıyamayıp duruyorum dilimle. Sanırım içimdeki kahrolmayası insan sevgisinin en akışkan sözcüğü bu o sebep belki de.  

#Bence hastanelere pembe renkli moral köşeleri yapılmalı. Büyük rahat minderlerin atıldığı havadar mekanlar olmalı buralar. Güler yüzlü gençler hizmet etmeli. Okulların değerler eğitimi için gönderdiği öğrenciler olmalı bu gençler. Sohbet etmek isteyen yaşlıların (bazen genç de olabilir) dertlerini dinlemeliler. Sessizlik isteyen hastaları ise bir köşeye güzelce oturtup rahatsız etmemeliler. 

#Mutfakla aram çok iyi şu sıralar şükür. Bunda biraz çekirdek ailemin et yemeklerinden ve karbonhidrat tüketiminden uzaklaşma gereksinimi etkili sanırım. Böylece ait olduğum Ege mutfağına dair harika zeytinyağlılarımı döktürebiliyorum .Çünkü oldum olası sebze yemeklerinde çok iyiyim.  Oh nefis oluyor hepsi!  :) 

#Az önce üçüncü maddede yazdığım beni çok sinirlendiren kişi aradı. Telefonu meşgule attım. Meleğin işi tamamlanmadı demek halen :) 

#Her geçen gün daha iyi anlıyorum ki yazmak beni besleyen çok önemli bir kaynak. Ancak dengeli beslenmek için okuma seçimlerini de titizlikle devam ettirmem gerek.  

#Hastanelerle ilgili şu da yapılsın lütfen: Boş boş oturup etrafı seyreden hasta yakınlarını markaja alan birer görevli tayin edilsin. Boş bekleyen kimselere güler yüzle okuyacak bir şeyler ikram edilsin. Yani bu kişiler " Yok ben almayayım okumak beni tiksindiriyor " deseler bile onlara dünyayı, evreni, kültürleri anlatan sesli grafiksel anlatılar sunulsun. Yapılsın efendim.  Boş beklenilmesin. Gelişilsin. 

#Dekorasyonun, kişisel bakımın, herhangi bir  bilgi akışının, renklerin, hafif müziğin moralle yakından ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Hayatımızda bunlara yer verirken ki seçimlerimiz de çok önemli.  

Bugünlük yetsin bu kadar.  Oh içim rahatladı!  Yaşasın Amelie köşesi!  ;) 
Sevgiler herkeslere :) 

Fotoğraf, yeğenimin bebişi için elimle yaptığım vosvos :) 


28 Ağustos 2019 Çarşamba

Mış gibi yaşamak...


    Sabahın 5 buçuğunda yazıyorum bunları. 
İnsan, mış gibi yaşamaktan yoruluyor bazen.  Her şeyin hakikatli yaratıldığı bu dünyada mış gibi yapıp durdukça aldığı her nefesi habire ziyan ediyormuş gibi hissediyor.  Mış gibi yaşamak berbat bir şey. 

    Mesela hiç de merak etmediğin halde "nasılsın" diye sormak karşındakine.  Ya da nasıl olduğunu  merak ettiklerine kırgın olduğun için soramamak nasıl olduklarını. Al, mış gibi yaşamak işte. 

    Mesela inanıyorum bir yaratan olduğuna demek. Ama kullarından istediklerine sırt dönmek. Ona saygı duyuyormuş gibi yapmak. Mış gibi yaşamak.  

    Mesela bir sanat eserine aşık olma derecesinde hayranlık duymak.  Ama sanatçının hislerini önemsememek. Mış gibi yaşamak.  

    Mesela asla başlayacağına inanmadığın halde,  söyleyip durursan kilo veririm sandığın o diyete başlama planı. Mış gibi bir şey o da. 

    Asansörde karşılaştığın komşuna saliselik sahte gülümseyişin, mış gibi yaşamak sadece.  

   İyi insan olduğunu söylemek ama karıncaların üstüne basıp geçmek.  Mış gibi yaşamak.  

    Acize,horlanana,mülteciye,sokaktaki dilenciye bile, saniyelik bir acımayla bakıp geçiverişin... Merhamet değil işte o.  Mış gibi yapmak sadece.

   Sevgili peygamberi çok sevdiğini söylemek ama çocuklarla sohbetinde onları kendine eşit seviyede tutmadan sohbet etmek. Sünneti ıskalamak... Bak mış gibi yaptın yine.  
  
    Her yeni güne mucizevi bir şekilde uyanması tüm kainatın ve insanın ise sadece uyku sersemi oluşu o saatlerde... Gerçekten yaşamak değil de bu,  mış gibi yaşamak sadece.

    Daha örnekler çoğaltılabilir. Ama yetsin bu kadar. Farkındalığımız artsın dilerim.  Gerçekten yaşamak güzel şey. Mış gibi değil de gerçekten yaşamak...  Kalıpları kırmak gerek sadece.  

Sevgiler olsun ama gerçek olsun ahali...  
Fotoğraf, Florya / İstanbul 


22 Ağustos 2019 Perşembe

Mektup



   Son üç gündür bazı sağlık sorunlarıyla imtihan oluyorum.O yüzden pek uğrayamadım bloğuma.  Aslında Mevladan kucağımıza düşenlere "sorun"demek ne kadar doğru onu da bilemiyorum. Hepsi güzel birer mektup değil mi aslında ?
Sevgilinin seni terk etmesi, hastane odasında yapayalnız serum yemen, maaşının ay sonu gelmeden bitmesi, evladından gördüğün vefasızlık ya da bir evlat sahibi olamamak falan filan...   Bunların tümü bizim kim olduğumuzu ya da en temelde kime ait olduğumuzu hatırlatan mektuplar. Zarfı açmak lâzım sadece.  İçindekileri okumak ve de... 

    Eve bir icra mektubu gelmiş olsun mesela. Açıp okumazsak orada öylece durur ama yapılacaklara engel olabilir mi bu tavır?  Hayır. İcra eninde sonunda yapılır. Mevladan gelen ikazlar da böyle biraz.Tek fark, Mevla icra memurları kadar ketum değil. Rahmet kapısı hep açık ve sevgi dolu merhameti hep taze. Bu ikazlar, bazen sevgili dilinden gelir, bazen evlat elinden vesaire vesaire... Ama hep yüzünü  en sevgiliye döndürmen için gelir. Açıp okumak gelmeli o vakitlerde ilk olarak akla.  Az utanarak belki,  sıkılarak ama mutlaka sevgiyle okunmalı. Sevgiyle ve  güzel sabırla... (Uygulaması yazmasından daha zor ama ikazlar bu yüzden ardı ardına yapılıyor zaten)  

    İşte ben de sağlığım kanalından böyle bir mektup aldım en sevgiliden. İlk gün afallıyorsun. Mektup olduğunu bile anlayamıyorsun. Ağrı diyorsun sancı diyorsun ıvır zıvır... Sonra aklını başına alınca açıp okuyorsun. Rahmanın sevgi eli merhamet eli oracıkta erişiveriyor sana işte.  
Şükür bu gün daha iyiyim.  İyiyim ki açıp bloğuma bir şeyler karalayabildim.  Aldığımız her sağlıklı nefese bin şükür. Kıymetini bilmediğimiz, alıp geçiverdiğimiz, alıp gafletle tükettiğimiz o canım nefeslerin her birine bin şükür. Yer yüzündeki nefesler sayısınca şükür...  
Bir duanızı alırım canlar. 
Sevgiler, sağlıklar olsun hepinize... 
Fotoğraf, Çanakkale, Sıhhiye bahçesi. 

18 Ağustos 2019 Pazar

İhtiyarlar



    Nerde bir ihtiyar bulsam hazine bulmuş kadar seviniyorum.
Onlarla vakit geçirmenin bir sürü faydası var. Şahsen ben faydasını bolca görenlerdenim.

    Mesela bir tanesi bana eşlerle uzun süren mutlu bir yuvanın sırrı sabırdır demişti.  Bir sabah eşiyle kahvaltı ederlerken başına gelen bir anıyı anlatmıştı sonra. Masadan kalkarken yanlışlıkla ayağına basmış eşinin. Eşi de "Biraz dikkatli olsana! " diye çıkışmış. Ayağında terlik olan hatun terliği eline alıp "sen eşimin ayağına nasıl basarsın! Seni fırlatayım da gör! " Deyip uzağa fırlatmış. Sonra ikisi de gülüşmüşler ve  kahvaltıya devam etmişler. Bu anı aklıma kazılı kaldı yıllarca. 
    Mesela başka biri yemek yaparken iyi bir sonuç almak için kendini yemeğin yerine koymak gerektiğini öğretmişti. Ne kadar nazik davranırsan o kadar lezzetli bir  yemeğin ortaya çıktığını onun yemeklerinden öğrendim. 
    Mesela  bi tanesi de bana bir dua öğretmişti.  Yatarken yapılan bir dua, aynen şöyle :
Allah'ım sağımı nurlandır,
Solunu nurlandır,
Önümü nurlandır,
Arkamı nurlandır,
Üstümü nurlandır,
Altımı nurlandır,
Beni nurlandır,
İmanımı nurlandır.
Amin.
Çok sevmiştim bu duayı. Nur, ışık demek bilirsiniz :)
    Bir tanesine de kırılmıştım evvel zamanlardan birinde. Basıp gitmiştim ortamdan. Akşam olup ışıklar kararınca iki dondurma alıp gelerek benim gönlümü almıştı. Benden yaşlı olmasına rağmen büyük tevazu göstermişti. Tevazuyu öğrendim ondan da.
   İhtiyarlar çoğu zaman güzel insanlar velhasıl.İstisnaları bilmem. Ama hepsinde sayfalar dolusu yaşanmışlık var o kesin.  Yeter ki saygı gösterelim,  arkadaş olmak isteyelim,  yeter ki halini hatırını sorup kapaklarını kaldıralım. Sonra da öğrendiklerimizi de bi güzel arşivleyelim.
Sevgiler herkese :)
Fotoğraf, Çanakkale.

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Beyaz yakalı

                        
    Ah ne mutsuz ne mutsuz. Çalışmak istemiyormuş. Her gün kapitalist sistemin içinde ırgat gibi koşturmak canına yetmiş. 

    Banka sektöründe çalışan bir beyaz yakalı hatun o... Ama kendini modern yüzyılın kölelerinden biri olarak görüyor. Dört yaşında bir oğlu var.  Mutlu anlarına şahitlik etmek istiyor ama mütemadiyen yorgun.Oğlu herşeyden çok onu sevsin istiyor ama bunu sağlamak için bile  enerjisi yok. 

   Söylediğine göre yarımmış her şey. Yarım anne, yarım çalışan, yarım kadın, yarım aşçı, yarım temizlikçi. Her şey yarımmış hayatında. Bu tükenmişliğin ardında küçük küçük dağlar oluşmuş. Biri isyan dağı, biri kibir, biri ümitsizlik... Daha vardır ama gördüklerim bu kadarı. 

    İsyan dağının taşı toprağı gani. Her şeye isyanı var her şeye... Uçan kuşa, esen rüzgâra... Öfke ve hınç dolu tüm aleme. Kibir dağını, çalışmayan ama güzel ve rahat ömür süren insanlara duyduğu aşağılama yükseltmiş habire. Ona göre kocasının durumu iyi olup da çalışmayan her kadın; çıkarcı, acınası ve embesil tüketici. Ama o öyle mi ya,  o emekçi, o alın terinin parlattığı anlı açık bir gurur timsali.Ümitsizlik dağını ise önyargıları yükseltip büyütmüş. Öyle bir ümitsizlik ki bu, her şeyi kesinlikle en doğru şekilde bildiği için bu durumun içinden çıkış asla mümkün değil kabulü ile sabitlenmiş zihnine ümitsizliği. 

    Eşi çalışmasını istemiyor aslında." Az kazanalım ama mutlu olalım" dedi yanımızda. Sanırım kendini bu kıskacın içine yine bizzat kendisi sokmuş durumda. Çünkü günümüzün saygın  kadın profili malumunuz: Yüksek topuklar üzerinde bulutlara yükselmeli kadın.  Mutlu mutsuz çok şey değil.  Ve sonuç bu...  
Koca dağların arasında ezilip  kalmışlık.

    Sık sık bir araya gelmek durumundayız. Öyle zamanlarda oksijeni tüketiyor adeta ortamdaki. Ona en başta söylemek istediğim şey, dünyanın üç günlük olduğu tabi. Sonra  hayatta ne istediğini tam olarak netleştirmesi ve rotasını ona çevirmesi gerektiği... Yaradana bi miktar güvenmesi gerektiği velhasıl. V. s. Ama o dinleyemiyor beni.  İki nedeni var belki de.  İlki nefes almaya zorlanırken dinleme yetisini kaybedişi  belki. İkincisi ise,  ben de kocasının durumu iyi olup çalışmayan bir kadınım onun cephesinde. Konuşmamın pek değeri yok yani kısaca. Oysa tüm rahmet onca zahmet sonrası zuhur eder ve her konfor zorlu kararların bebişidir. Ama hayatımdaki zorlu dönemlerime şahit olmadığı için hakkımda derin önyargılar taşımakta. Ah gidi ah...  
   Ona anlatamadım ya şuraya iliştireyim dedim: 
Ne yaparsanız yapın yarın ölecekmiş gibi sevgi ve huzurla yaşayın. Az yiyin az giyin az harcayın ama huzurla yaşayın.  
Sevgiler herkese!  

12 Ağustos 2019 Pazartesi

Bayram bin renk...

Bayram mı ? 

Bayram biraz " Çok karıştırdım ben almayayım" dır. 
Biraz "Ya ben Ayşe halalara gitmem ya ne işim var! " dır. 
Biraz "Bak görüyo musun bayram deyip bi aradı mı? " dır.  
Biraz "Al şu bozuklukları,çocuklara bayram harçlığı olsun"dur.  
Mesela bazıları için biraz da  "Bayram gelmiş neyime"dir. 
Bazen de" Bugün bayram her şey serbest çocuklar! " dır.  
Kimisi için mezarlık ziyaretidir sadece mesela bayram, yaşayanı kalmamıştır filan... 
O kadar çok insana bi o kadar çeşitte akseder bayram. Bin renkte bir çiçek gibidir biraz. 
Herkesin bayramı kutlu olsun.  Sevinçli kalpler, hüzünlü kalpler ve aradaki ruh hallerinde seyreden tüm kalpler... Herkesin bayramı bayram olsun  emi canlar!  

... 

8 Ağustos 2019 Perşembe

Zaman

Zaman ne kadar çok şeyin değişmesine vesile...

*Yeğenimin bebeği on günlük minik Zehra, misafir yanında bu kadar uyunmaması gerektiğini zamanla öğrenecek.

*Balkona astığım yeşil biberler zamanla kırmızıya dönecek.

*Kitaplığımdaki gıcır gıcır yeni kitaplar, zamanla sararıp o zarif yapraklı sahaf kitaplarına dönüşecek.

*İçimizdeki taze hüzünler, zamanla  yeni meşgaleler çıktıkça yerini  maziyi unutmuş telaşlara bırakacak.

*Yeni aldığım dantel ayakkabılarım, zamanla yıpranıp eskiyerek değersiz bir çöpe dönüşecek.

*Önüne konan yiyeceklere sürekli burun kıvıran sarı saçlı minik prenses Pelin, yetişkinlikte önüne her şeyin bu kadar hazır gelmeyeceğini zamanla öğrenecek.

*Bugünün yaşanmışlığı zamanla anlatılası hikayelere evrilecek.

*"Ay okumaktan nefret ederim" diyen, aramızın hiç düzelemediği o x bayan kişisi... Şu an tüm enerjisini fiziki güzelliğe ve instagramda  elit görünmeye harcadığı için enerjisiz kalmaktan ölmüş ruhuna yaşlılık gelip çattığında zamanla depresyonlu bir ihtiyara dönüşecek.

*Balkonumdan görünen inşası yeni tamamlanmış cansız görünümlü site, zamanla içinde binbir insanın ışıklarıyla hareketlenen canlı bir organizmaya dönüşecek.

*Güneşler doğacak güneşler batacak.  Belki milyon kere...  Ve hiç batmaz denen dünya, zamanla  kaçarı olmayan o sona erişecek.

Hepsi ama hepsi zamanla...  ;)
Siz de eklesenize bir şeyler :)  Kendi hayatınızdan notlar içeren cümleler olsun ama.  Ah neler çıkar neler  kimbilir :)
Sevgiler herkeslere.
Fotoğraf, Galata kulesi/İstanbul.  Gece turumuzda çekilmiş bir fotoğraf.

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Buçuk kromozom fazlalı...

   Sanırsam bir Down sendromlu'dan yarım kromozom filan eksiğim. Sanki buçuk kromozom döndürmüş gibi beni down sendromlu olmaktan. Kendime ve çevremdeki yaşıtların davranışlarına baktığımda bu kanıya varıyorum. Yani şimdi öyle olsa bile bunu buraya niye yazdım?  E çünkü bloğumu az biraz günlük yazar gibi de kullanıyorum da ondan.  

1 Ağustos 2019 Perşembe

Hamarat kelebek

   Bugünlerde acayip hamarat bir insanım.  Bin şükür. Kelebekler gibi ordan oraya uçup duruyorum sanki. (Sırf fotoğrafa atıf yapmak için kurdum şu cümleyi)

   Sabahları afyonumun patlaması sürecini nerdeyse minimuma indirdim diyebilirim. Yok öyle sabah uyanınca eline telefon almalar dakikalarca instagram kaydırmalar filan.  Çünkü babam bize geldi ve uyanır uyanmaz kahvaltı yapmak ister tatliş insan. Baba olunca bekletemiyosun. Koca olursa bekletirsin. Ayılır bayılır ağırdan alırsın,  olmadı hadi dışarda yapalım mı deyip  elin oğluna bir de simit peyniri kitlersin, oldu bitti işte kahvaltı.   Ama babacık olursaaa... Gözünü mutfakta açıp, kendini çay demlerken buluyorsun uyur uyanık.

    Kahvaltıdan sonra bulaşıklar halledilip ev düzene sokuluyor.  Bir yandan yeni güne niyetler yapılıyor. Dualar ediliyor.  Bugünlerde şöyle diyorum :
Allah'ım bugün öğreneceğim şeyler beni daha da olgunlaştırsın, gelişmeme katkı sağlasın ve beni sana daha da yaklaştırsın. Daha da daha daa...  Yetmez bu yakınlık bana! Amin...
    İşler bitince ara vermeden hoop evin kütüphane köşesine ışınlanıyorum. Sabahları serin oluyor köşe. Ama öncesinde ocaktaki çay ısıtılıp yanına kayınvalidemin Konya dan getirdiği kuruüzümler konuluyor. Her gün 21 tane kuruüzüm... Hadis var hakkında araştırın isterseniz. Çay tepsisiyle masaya oturuluyor. Bahrül medid'den yudumlamak için kollar sıvanıyor.  Onun ne olduğunu merak eden yan taraftaki kategori kısmında var,  tık tık yapsın oraya. Öğle vaktine kadar devam ediyor bu okuma eylemi.  Ama durun bi dakika!  Arada bir mola verip sabah sporumu da icra ettiğimi söylemeliyim. Çünkü sağlam kafa sağlam vücut kombini biliyorsunuz :)

    Neyse öğleden sonra programı başlıyor ardından.   Günün yemeği titizlikle tespit edilip uygulamaya konuluyor. Yemek yapmadan güne devam etmem mümkün değil. Önceleri yoktu bu hassasiyet. Yemeğiyle kocasını mutlu etme eğilimli Geyşa ruhu ne ara içime kaçtı ben de çözemedim. Dedim ya bunlar hep Emine Beder sendromu.  Ya da Sahrap Soysal mı demeliyim?  İkisinin karışımı bir şey oldum işte şu aralar.  Günün geri kalanında biraz  eve dair işler güçler  (çoğunlukla ıvır zıvır temizlik ya da çekmece düzenlemece v.s.) alıyor vakti. Yalnız bi nokta var.  Bu işler yapılırken telefon yanımda ya bir beyin bilimci döktürüyor oluyor youtube zımbırtısında,  ya da kaçırdığım bir açık oturumu dinliyorum. Ütü yaparken bir kaç sesli kitap da bitirmişliğim var.  Yani işler körü körüne yapılmıyor bilgilendirici videolarla vokallerine kavuşturuluyor mutlaka. Ve bazen videolar otomatik oynamaya başlayınca hiç hedeflemediğim videolar açılıp çok ilginç şeyler öğreniyorum. Bana faydalı şeyler. Faydalı çünkü neden?  Çünkü sabah duasını yapmıştım ya o yüzden :) Çaktınız mı??  Önce iyi niyet,  ardından güzel dua ve hoop gelişme!  Her gün ayrı bir vadide geçmiş oluyor sanki böylece :)
   Öğleden sonra için bir arkadaşla çay saati yapılacaksa da bazı kriterler var tabi.  Zaman sınırlaması oluyor en başta. Saldım çayıra türünde oturup kalkmalara ısınamadım oldum olası. Saat 18 de kalkmayı mı planladım?  Aynen uyguluyorum.  Yani çoğu zaman diyeyim bari.
   Eve geliyorum, eşim kişisi gelene kadar az biraz instagramda sevdiğim sayfaları ya da Semerkand dergi sayfalarını karıştırıyorum. Sonra sofrayı hazırlıyorum ve bunu yaparken kısa bir şeyler dinlemek için yine telefonumu açıyorum.  Hoopp eşim geliyor. Yemek yedik,  sofrayı topladım derken saat 7 30 oluyor. Benim yürüyüş vaktim! Her gün en az 40 dk.  yürümeye çalışıyorum. Evin arkasındaki uzun yürüme parkurunda... Palmiyeli hoş bir İzmir köşesi burası. Yürüyorum çünkü sağlam kafa biliyosunuz siz nerede oluyor dimi?  Taş kafalı olucam yakında, bi o kadar sağlam olacak  yani :) Neyse yürüyüş sonrası eve gel.
   Akşam eşim kişisi ya bir gezme planlamıştır ya da doğaçlama bi teklifle gelir filan... Ya da güzel bir film açılır çay demlenir şükürle içilir. Ama hiç okuma saati olmaz çünkü eşim kişisi buna yanaşmaz. Bana kalsa süper olur aslında.  Gün böylece biter.  Boş kaldım mı hiç?  Hayır, ya da çok az.  Ama sürekli duyduğum şey şu : "Ay Bilge, hayat sana güzel valla iş yok güç yok."  Ya da şu: " Kızım tutanın yok çekenin yok gez dolaş işte! " Ya da şu:" Ay yaa çocuk filan da yok napıyosun gündüzleri sıkılıyo musun çook"  Yani hayat güzel tabiki şükür de o kadar da boş kalmıyorum be. Kalmamalı da hiç kimse.  Diyesin gelir ama demez es geçersin.  Niye diyeyim ki.  Önce Allah bilsin. Sonra bloğuma yazarım bloğum bilsin :))
Yani bu yazının ana fikri şu canlar : Ev hatun kişilerini boşun boşu görüyorsunuz ya hani bazen. Boş başak dik dururmuş,  dolu başak eğilirmiş.  Bunu da unutmayın tamam mı?  Ha bir de... Bence yeryüzündeki en büyük başarı, bir insanın kendini bilerek huzuru yakalamasıdır. Çünkü tüm insanların huzurlu olduğu bir dünya tadından yenmez olurdu.
(Başak benzetmesi klişenin dibi oldu ama neyse :))Bu arada son olarak belirtmeliyim ki tüm bunlar Rabbin istemesi ve yardım etmesiyle mümkün olan şeyler.  Onun rahmeti olmasa yaşam enerjisinin zerresi bulaşmaz ruhlarımıza. Şükür milyon kere.
Hadi gidip yatayım. Yarın yoğun bi gün yine ve hamarat kişiler çok yorulup erken uyumak ister malum :)
Sevgiler ahali!  ;)
Fotoğraf, Çanakkale'de bir tepeden...  geçtiğimiz aylarda çekmiştim.