Hiç sevmiyordu kayınvalidesini hiç. Kim seviyordu ki zaten ? Herkes bu konuda problemliydi yaşadığı devirde. Kendisininki neden farklı olsundu ki.
O, ne kadar neşe dolu içi kıpır kıpır biriyse yaşlı kadın bir o kadar huysuz ve mutsuzdu. Frekansları bir türlü tutmuyordu. Kayınvalidesi yaptığı şeyleri de beğenmiyor, hep bir eksik buluyordu. Bir insan nasıl bu kadar tatsız bir ruha sahip olabilir düşünüp duruyordu genç kadın.
Günlerden bir gün, aynı evde tüm günü yalnız geçirmeleri gerekti. Püfledi içinden genç kadın. Şimdi akşama kadar surat çek bakalım diye düşündü. Diğer yandan canı da fena halde laflamak istedi. "Bi çay yapalım mı anne ?" Diye sordu kayınvalidesine. "Hem de biraz muhabbet ederiz" diye ekledi. Beklemiyordu yaşlı kadın. Gençler pek muhabbet etmeyi sevmezdi kendisiyle ne de olsa. Daha çok yemeklerini severdi çevresindeki evlatları ya da torunları. Anca yemek yapsındı, eksiklerini tamamlasındı, hayatını onlara adasındı... Ya sonra ? Boşa geçmiş bir ömür. Böyle düşünüyordu yaşadığı hayatla ilgili.
Çay demlendi. "Anlatsana anne biraz eskileri" dedi genç kadın. Yaşlı kadın önce sitemli başladı sözlerine. Siz bilmezsiniz, size göre yaşamaya ne var, gibilerden dokundurmalarla açtı ağzını. Aldırmadı genç kadın. Bir köprüden geçebilmek için bilet gibi gördü bu sözleri. Bileti kestirip köprüye atladı. Canı dinlemek istiyordu ya gerisi ne gam. Yaşlı kadın anlattı anlattı... Saatler geçti. Zaman tünelinde çılgın seyahatler yaptılar birlikte. Yaşlı kadının çocukluğuna uzandılar,gençliğine,en taze demlerine... En ufak detaya kadar anlatıyordu yaşlı kadın. Bir roman okur gibi geldi tasvirler genç kadına. İçine girdi eski zamanlarım. Sahneler bir bir canlandı. Ve o dönemin koşullarındaki sertliği iliklerine kadar hissetti genç kadın. Çünkü dinlerken ciddiydi. Cidden o döneme gitti ve yaşlı kadının yaşadıklarını kendi başına gelen şeylermiş gibi hissetti.
Genç kadın yorulmuştu. Yıpranmıştı. Sadece kanepede oturup çay içerken... Bulunduğu ana ani bir şokla ışınlandığını fark etti. Karşısında huysuz bir kadın yoktu artık. Çayı tazeleyeyim diye aldığı bardakla mutfağa attı kendini. Dem bardağa akarken düşünüyordu : Acaba benim başıma bunca şey gelse yaşlılığım nasıl olurdu. İçi kıpır kıpır ukala geline bir şey anlatasım gelir miydi ?
Güzel hafta sonları dilerim canlar. Olaylara ters köşelerden bakalım mümkün olduğunca olur mu ?
Sevgiler herkese... :)
25 Ekim 2019 Cuma
21 Ekim 2019 Pazartesi
Sen de başla...
Ah sevgisiz kalmış kalpler...
Dün gece bir dostum anlatmaya başladı. Anlatırken dili yetmiyordu da... gözleriyle de boşaltmak ister gibiydi içindeki dertleri. Ruhuna ağırlık veren yükleri... İki saniyeden fazla bakamıyordum gözlerine onu dinlerken. O kadar çok şey yığılıyordu ki ortalığa. Hangi birini toparlamalıyım düşüncesi kafamda. Yılları anlattı, taşıdığı ağırlıkları, içine sinip kalan hüzünleri, kıyıda köşede unutup gittiği ufak sevinçleri bile... Bir tek "vefa" kalmamıştı içinde. Aradı taradı ama bulamadı. Yaşlandıklarında eşine göstereceği gram miktarı vefası kalmamıştı. Buna tek sebep, anlattığına göre hiç sevgi görmemişti.
Dün öğleden sonrası başka bir yaşlı teyze ve eşi ile çay içiyorduk. Zono hastalığına yakalanmış zavallı teyzecik. Geçmiş olsun ziyaretimizde konu konuyu açtı ve sohbet "mizaçlara" kaydı. Yaşlı amca kenetledi ellerini kucağında. "Ben takmam bi çok şeyi" diyerek arkasına yaslandı. Yaşlı teyzenin dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Daha önceleri çok anlatmıştı eşinin duyarsızlığını, bencilliğini ve sevgisizliğini.İşte dedi. "Birilerinin rahatlığı, birilerini Zono yapıyor böyle."
Bir kaç gün önce aldım başka bir dostumun haberini. Kilometrelerce öteden... Sonunda boşanmışlar. İki yalnız insan düşmüştü şimdi kalabalıkların içine. Hep istiyordu kocası zaten. Kadın ise hep klasiklerdendi. Kadın çalışkan, kadın düşünceli, kadın kocasının adını dilinden düşürmeyen... Ama terk eden erkek. Gerekçe ise manidar : " Aşık olmak istiyorum." Yine bir sevgi yoksunluğu ve arayış.
Hayat akıp gidiyor. Günler geceler birbiri ardınca takipte. Her şeyin hızla ilerlemesi her şeyin doğru ve tam gittiği anlamına gelmiyor. Planlar yapıyoruz. Güzel eşlerle evleniyoruz ya da yakışıklı beylerle... Evler alıyoruz, arabalar, şu yazlık, bu arsa... Vakit ilerliyor. Bazı şeyler artıyor, bazıları eskiyor, bazıları yıpranıyor ama bazı şeylerin varlığı ile hiç alakadar değiliz. Sorgulamayı unutuyoruz. Hep stoktan kullanıyor ama o stoğa ekleme yapmayı akıl edemiyoruz. Sevgiler... Zamanla tükeniyor farkında mıyız ? Yanımızda sandıklarımız bi bakıyoruz ki çook uzaklarda aslında. Sebep ? Sebep : Sevgi bitmiş.
Muhasebeyi sağlam yapalım o vakit... Sevgi stoğunu hunharca kullanmak yerine onun artmasına gayret edelim. Her ne ise onu çoğaltan... Bazen olmadık bir zamanda sarılma, bazen olmadık zamanda dert sorma, bazen en gerilimli halde gülmeye başlama, bazen olmadık zamanda olmadık şekilde rutinlerin dışına çıkma... Her ne çoğaltıyorsa... Azaltmayalım da arttıralım sevgileri. Eşe, dosta, komşuya, her muhatap olduğuna... Yorulmadan sevgi aşıla ! Her kalbin biricik yaratılmış olduğunu unutma ve etrafını sevgisiz bırakma. Herkes böyle düşünürse sevgisiz kalp kalmaz dünyada.
Hadi, sen de başla.
Sevgiler canlar...
16 Ekim 2019 Çarşamba
Mental kaslar
Bugün 40 lı yaşlardaki bi arkadaşım dedi ki : "Son 5/6 yıldır artık tahammül sınırlarımın daha da azaldığını hissediyorum. " Neye karşı? Diye sorduğumda "Her şeye karşı" cevabını aldım. Dedim ki "Çok normal. Kasların zayıflıyor."
Kol kaslarından bahsetmiyordum. Şunu anlatmak istedim aslında. İnsanlar yaşlandıkça tüm kasları zayıflar. Sadece fiziki kasları değil mental(zihinsel) kasları da... Ve akabinde gelişen, tahammülsüzlükler, alınganlıklar, geçmişe takılıp kalarak sorgulayışlar, gelecek için daha da kaygılanışlar... Bunların hepsi tek tek ya da bazen toplu paket halinde hastalıklar olarak yakamıza yapışır. Bugün sahip olduğumuz çoğu hastalık bu gibi şeylerin tetiklemesiyle can bulmuştur. Doktorlar diyor bunu. Ben değil.
Kısaca zihinsel kaslar da en az fiziksel kaslar kadar ilgi ve alakaya muhtaç halde. Yürüyüşler yapıyoruz, spor salonlarına yazılıyoruz falan filan pek güzel tamam da... Zihinsel sağlığı koruyup güçlendiren mental kasları ihmal edersek işlevsiz çürümeye mahkum et yığınları haline geliyoruz.
Peki mental kasları nasıl güçlendirebiliriz ? Bu kaslar fiziksel olanlara benzemez. Hatta tam tersi şeylerle güçlenir. Daha çok görünmeyen ama var olduğuna yürekten inandığımız şeylerin beslenmesiyle gelişir. Var edilmiş olmaya şükranla, var edene duyulan saygıyla ve merakla, yaşama duyulan heyecanla, hayalgücüyle, sevgiyle.. İşte bir sürü gözle görülemeyen şeyle geliştirebiliriz mental kasları. Üzerine ne kadar düşersek o kadar çalıştırır ve akabinde o kadar da güçleniriz. Böylelikle yılların bizden çalmasına engel olup bir Benjamin Button efsanesi bile olabiliriz :)
Anlatacak çok şey var ama hepsi tek günde olmaz malum :) Hem fiziken hem mental olarak sağlıklı sıhhatli günler olsun.
Sevgiler :)
Fotoğraf, Bornova/ İzmir. Önceki geceden...
Kol kaslarından bahsetmiyordum. Şunu anlatmak istedim aslında. İnsanlar yaşlandıkça tüm kasları zayıflar. Sadece fiziki kasları değil mental(zihinsel) kasları da... Ve akabinde gelişen, tahammülsüzlükler, alınganlıklar, geçmişe takılıp kalarak sorgulayışlar, gelecek için daha da kaygılanışlar... Bunların hepsi tek tek ya da bazen toplu paket halinde hastalıklar olarak yakamıza yapışır. Bugün sahip olduğumuz çoğu hastalık bu gibi şeylerin tetiklemesiyle can bulmuştur. Doktorlar diyor bunu. Ben değil.
Kısaca zihinsel kaslar da en az fiziksel kaslar kadar ilgi ve alakaya muhtaç halde. Yürüyüşler yapıyoruz, spor salonlarına yazılıyoruz falan filan pek güzel tamam da... Zihinsel sağlığı koruyup güçlendiren mental kasları ihmal edersek işlevsiz çürümeye mahkum et yığınları haline geliyoruz.
Peki mental kasları nasıl güçlendirebiliriz ? Bu kaslar fiziksel olanlara benzemez. Hatta tam tersi şeylerle güçlenir. Daha çok görünmeyen ama var olduğuna yürekten inandığımız şeylerin beslenmesiyle gelişir. Var edilmiş olmaya şükranla, var edene duyulan saygıyla ve merakla, yaşama duyulan heyecanla, hayalgücüyle, sevgiyle.. İşte bir sürü gözle görülemeyen şeyle geliştirebiliriz mental kasları. Üzerine ne kadar düşersek o kadar çalıştırır ve akabinde o kadar da güçleniriz. Böylelikle yılların bizden çalmasına engel olup bir Benjamin Button efsanesi bile olabiliriz :)
Anlatacak çok şey var ama hepsi tek günde olmaz malum :) Hem fiziken hem mental olarak sağlıklı sıhhatli günler olsun.
Sevgiler :)
Fotoğraf, Bornova/ İzmir. Önceki geceden...
9 Ekim 2019 Çarşamba
Amelie kafası/5
Beyin fazlalığını boşaltım seansı olan Amelie kafası yazılarımı sevdiğinizi söylüyorsunuz. Ah bi de bana sorun. Ben de en az sizler kadar seviyorum :) Bence hepimize zaman zaman bu kafadan lâzım;) O vakit başlayalım :)
#Ne zaman içimde birilerine karşı sinir ve öfke biriktirmeye başlasam asırlardır süregelen doğal işkence metodu olaraktan serçe parmağımı sehpanın ya da kanepenin kenarına çarpıyorum.Ve anında kendime gelip düşüncelerimi güncelliyorum (Hadi bunu da açıklayın ateistler :))
#Trump'ın hayata bakışı eşittir üç yaşındaki bebişlerin emzik savaşı. Aslında ABD kültürüne cuk oturan başkan.
#Bi deri bileklik aldım. Aynı 60 lı yılların hippilerinin taktıklarına benziyor. Hiç çıkarmıyorum onu sağ bileğimden. Yemekte, gezmekte, abdestte hep benimle. O sağ bileğime bağlı ama beni bağlarımdan koparıyor adeta. Özgürlük hissi aşılıyor.60 lı yılların hippilerinin hisleri gibi...
#Günlük planlara ısınmaya başladım son dönem. Bu planların içinde uzun yürüyüşler ve hatta yürüyüşler içinde uzun okumalar olduğundan belki de :) Yürüyüş yolu tenha olduğu için okuyabiliyorum yürürken. Bilim de söylüyor ama ben de söylemiş olayım ki okuduklarım bu şekilde daha akılda kalıcı. Üstteki fotoğraf, o anlardan birinde çekildi.
#Kış dönemi arka balkonumda D vitamini saatleri ayarlanacak ve okuma eylemi bu saatlere devredilecek. Hadi bakalım inşaallah.
#İnsanların mutsuz olmasından, mutsuz görünmesinden fenalık geldi. Siyaseti konuşuyor sonuç mutsuz, ailesini konuşuyor sonuç mutsuz, ayakkabı bağcığını konuşuyor sonuç mutsuz. İyi de mutlu olmak için senin katkın ne hayata? Diye sorasım geliyor. Bi de en zor koşullarda hayatını sürdürmeye çalışırken mutluluk ve şükür hali içinde yüzü gülenleri tanıyorum nadiren de olsa. Ah canlarım...
#Önümüzdeki günlerde bi ameliyat geçiricem. Ha bugün ha yarın ararlar hastaneden. Hayat öyle güzel ki. Ameliyatlarla bile, hastanelerle bile, suratı asık hemşirelerle bile :))
#İzmir denince herkesin aklına deniz, güneş, palmiyeler geliyor. Ve hatta sevgi dolu insanlar geliyor. Benim de öyleydi.Bayılırdım İzmir'de yaşama fikrine. Ama buraya gelince attığım her adımda büyük çöp yığınları görmekteyim. Deniz kenarından ücra kesimlere kadar çoğu yer çöplere teslim olmuş gibi. Diğer yandan insanlar gözle görülür şekilde kamplaşmış durumda. Makyajlı yaşlı teyzeler var burda mesela onlara gülümsediğimde böyle tuhaf tuhaf bakıyorlar. Her hangi bir yerde yardım etmek istesem tedirgin olup teşekkür bile etmiyorlar. İstisnalar kaideyi bozmaz tabi. Acaba tesettürlü biri olduğum için mi diye düşünesim geliyor ama yok canım diyor içimden bi başka ses. Hangi yüzyıldayız diye ekliyor. "İzmirli olmak" markasının içi boş malesef. Her şey çok güzel değil burda, çevre ve bazı insanlar bakımından en azından... Ha mutsuz mu olucam? Cık... Çünkü coğrafya değişmez kaderdir. Ve öğreneceklerim olmasa burda işim nedir? Yine de Ah hayalimdeki İzmir, en azından sen hep öyle kal :)
#Sonbahar gitmek üzere. Ama ben ona doyamadım bu sene. Az daha kalsa ya :)
#Sosyal medyadan epey uzaklaştım son dönem. Telefonla vakit geçirmekten de... İşin sırrı vakti programlamak ve sosyal medyaya atacağın şeyleri sevdiğin yakınlarına atmaktaymış meğer :) İyi geldi. Tavsiye ederim.
Tamam bugünlük de bu kadar olsun ;) Şu evden çıkıp, yeni öğrendiğim kitabevinin yolunu tutayım ve sonbahar güneşinden az daha nasipleneyim.
Herkeslere sevgiler ! :)
#Ne zaman içimde birilerine karşı sinir ve öfke biriktirmeye başlasam asırlardır süregelen doğal işkence metodu olaraktan serçe parmağımı sehpanın ya da kanepenin kenarına çarpıyorum.Ve anında kendime gelip düşüncelerimi güncelliyorum (Hadi bunu da açıklayın ateistler :))
#Trump'ın hayata bakışı eşittir üç yaşındaki bebişlerin emzik savaşı. Aslında ABD kültürüne cuk oturan başkan.
#Bi deri bileklik aldım. Aynı 60 lı yılların hippilerinin taktıklarına benziyor. Hiç çıkarmıyorum onu sağ bileğimden. Yemekte, gezmekte, abdestte hep benimle. O sağ bileğime bağlı ama beni bağlarımdan koparıyor adeta. Özgürlük hissi aşılıyor.60 lı yılların hippilerinin hisleri gibi...
#Günlük planlara ısınmaya başladım son dönem. Bu planların içinde uzun yürüyüşler ve hatta yürüyüşler içinde uzun okumalar olduğundan belki de :) Yürüyüş yolu tenha olduğu için okuyabiliyorum yürürken. Bilim de söylüyor ama ben de söylemiş olayım ki okuduklarım bu şekilde daha akılda kalıcı. Üstteki fotoğraf, o anlardan birinde çekildi.
#Kış dönemi arka balkonumda D vitamini saatleri ayarlanacak ve okuma eylemi bu saatlere devredilecek. Hadi bakalım inşaallah.
#İnsanların mutsuz olmasından, mutsuz görünmesinden fenalık geldi. Siyaseti konuşuyor sonuç mutsuz, ailesini konuşuyor sonuç mutsuz, ayakkabı bağcığını konuşuyor sonuç mutsuz. İyi de mutlu olmak için senin katkın ne hayata? Diye sorasım geliyor. Bi de en zor koşullarda hayatını sürdürmeye çalışırken mutluluk ve şükür hali içinde yüzü gülenleri tanıyorum nadiren de olsa. Ah canlarım...
#Önümüzdeki günlerde bi ameliyat geçiricem. Ha bugün ha yarın ararlar hastaneden. Hayat öyle güzel ki. Ameliyatlarla bile, hastanelerle bile, suratı asık hemşirelerle bile :))
#İzmir denince herkesin aklına deniz, güneş, palmiyeler geliyor. Ve hatta sevgi dolu insanlar geliyor. Benim de öyleydi.Bayılırdım İzmir'de yaşama fikrine. Ama buraya gelince attığım her adımda büyük çöp yığınları görmekteyim. Deniz kenarından ücra kesimlere kadar çoğu yer çöplere teslim olmuş gibi. Diğer yandan insanlar gözle görülür şekilde kamplaşmış durumda. Makyajlı yaşlı teyzeler var burda mesela onlara gülümsediğimde böyle tuhaf tuhaf bakıyorlar. Her hangi bir yerde yardım etmek istesem tedirgin olup teşekkür bile etmiyorlar. İstisnalar kaideyi bozmaz tabi. Acaba tesettürlü biri olduğum için mi diye düşünesim geliyor ama yok canım diyor içimden bi başka ses. Hangi yüzyıldayız diye ekliyor. "İzmirli olmak" markasının içi boş malesef. Her şey çok güzel değil burda, çevre ve bazı insanlar bakımından en azından... Ha mutsuz mu olucam? Cık... Çünkü coğrafya değişmez kaderdir. Ve öğreneceklerim olmasa burda işim nedir? Yine de Ah hayalimdeki İzmir, en azından sen hep öyle kal :)
#Sonbahar gitmek üzere. Ama ben ona doyamadım bu sene. Az daha kalsa ya :)
#Sosyal medyadan epey uzaklaştım son dönem. Telefonla vakit geçirmekten de... İşin sırrı vakti programlamak ve sosyal medyaya atacağın şeyleri sevdiğin yakınlarına atmaktaymış meğer :) İyi geldi. Tavsiye ederim.
Tamam bugünlük de bu kadar olsun ;) Şu evden çıkıp, yeni öğrendiğim kitabevinin yolunu tutayım ve sonbahar güneşinden az daha nasipleneyim.
Herkeslere sevgiler ! :)
3 Ekim 2019 Perşembe
Ertelemeden "ertelemeyi" iptal et
"Ertelemek" diye başımızın derdi bir şey var yaşantımızda. Evlerden ırak diyeceğim ama hepimizin hücrelerine bir miktar nüfuz etmiş durumda.
Hani bu hastalık (İllet bir şey olduğu için rahatlıkla hastalık diyebiliriz) hayatımızdan neler neler çaldı bir bilsek belki de tankla tüfekle savaş açacağız ama o kadar masum kılıflar kullanıyor ki onu bir hastalık olarak dahi görmüyor çoğumuz. Aslında yakın bir zamana kadar ben de onların arasındaydım.
Ta ki kayınvalidem kişisinin o sırrını fark edene kadar. Ah eski toprak başka sahiden. Kadın çok düzenli. Fiziki atmosferinin düzenli olması kafasının içini de düzenli kılıyor. Ama her zaman böylesi tertipli düzenli olmasının büyük bir yardımcısı varmış meğer: "Ertelememek" . Mesela mutfakta her zaman nasıl düzenli olduğuna dikkat ettim. Sonuç olarak, tek bir temiz bardak bile olsa gereksiz bir şeyi asla tezgah üzerinde tutmadığını gördüm. Bizim için önemsiz bir detay ama o sanki bunu zevkli bir eyleme dönüştürmüş. Mesela bir bilgisayar oyunu gibi zevk alarak yapıyor. Anında işi bitenleri tezgahtan kaldırıp ortamı görüntü olarak da sadeleştirmiş oluyor. Bu sadelik yemeklerin kalitesine de yansıyor tabi. Bir de bizim bulaşıkları erteleme sorunsalımızı varın siz düşünün.
Neyse bu konudaki uyanışım böyle oldu ve konu hakkında biraz araştırınca bakın nasıl notlar aldım :
# "Ertelemek" nice mahareti, olası başarıyı, potansiyeli sünger gibi emerek kişileri tembellik havuzuna atan ve tedavisi olan bir hastalıktır.
#Erteleme hastalığı, zaman yönetimi ile değil duygu yönetimi yoluyla çözümlenebilir.
#Beyin, sorumluluklarımızı ertelememiz için önümüze hazza yönelik daha cazip alternatifler koyarak bize oyunlar oynayabilir.
#Alışkanlıklarımızı uzun vadede alacağımız olumlu sonuçlara göre hazla ilişkilendirmeyi başarırsak erteleme hastalığından kurtulabiliriz. Örneğin bir evde her gün az da olsa bir miktar temizlik yapmak uzun vadede yorucu ve yıpratıcı temizlik yapma gereksinimini ortadan kaldırabilir. Ya da bir öğrenci için her gün az miktar yapacağı tekrarların uzun vadede etkileri gibi...
#"Ertelemek hakkında bir hadis bile var ki bu da bu hastalığın insan fıtratı için ne denli tahrip edici olduğunu ortaya koyar. Sevgili peygamberimiz "Erteleyen(yarıncılar) helak oldu. " diyerek olayın ciddiyetinin altını çizmiştir.
#Bu konuda "erteleme hastalığım var" şeklinde bir kabullenişin bile bilinçaltımıza zararı büyük. Çünkü bilim insanlarının dediği üzere bilinçaltı aptaldır ve söyleneni kabul eder ve hemen ona göre davranır.
Notlar böyle canlar. Dilerim bu konuda daha uyanık oluruz ve bilinçaltımızın iradesini ele alıp erteleme hastalığından uzak oluruz.
Herkese sevgiler...
Fotoğraf, Kuşadası / Hafta sonundan...
Hani bu hastalık (İllet bir şey olduğu için rahatlıkla hastalık diyebiliriz) hayatımızdan neler neler çaldı bir bilsek belki de tankla tüfekle savaş açacağız ama o kadar masum kılıflar kullanıyor ki onu bir hastalık olarak dahi görmüyor çoğumuz. Aslında yakın bir zamana kadar ben de onların arasındaydım.
Ta ki kayınvalidem kişisinin o sırrını fark edene kadar. Ah eski toprak başka sahiden. Kadın çok düzenli. Fiziki atmosferinin düzenli olması kafasının içini de düzenli kılıyor. Ama her zaman böylesi tertipli düzenli olmasının büyük bir yardımcısı varmış meğer: "Ertelememek" . Mesela mutfakta her zaman nasıl düzenli olduğuna dikkat ettim. Sonuç olarak, tek bir temiz bardak bile olsa gereksiz bir şeyi asla tezgah üzerinde tutmadığını gördüm. Bizim için önemsiz bir detay ama o sanki bunu zevkli bir eyleme dönüştürmüş. Mesela bir bilgisayar oyunu gibi zevk alarak yapıyor. Anında işi bitenleri tezgahtan kaldırıp ortamı görüntü olarak da sadeleştirmiş oluyor. Bu sadelik yemeklerin kalitesine de yansıyor tabi. Bir de bizim bulaşıkları erteleme sorunsalımızı varın siz düşünün.
Neyse bu konudaki uyanışım böyle oldu ve konu hakkında biraz araştırınca bakın nasıl notlar aldım :
# "Ertelemek" nice mahareti, olası başarıyı, potansiyeli sünger gibi emerek kişileri tembellik havuzuna atan ve tedavisi olan bir hastalıktır.
#Erteleme hastalığı, zaman yönetimi ile değil duygu yönetimi yoluyla çözümlenebilir.
#Beyin, sorumluluklarımızı ertelememiz için önümüze hazza yönelik daha cazip alternatifler koyarak bize oyunlar oynayabilir.
#Alışkanlıklarımızı uzun vadede alacağımız olumlu sonuçlara göre hazla ilişkilendirmeyi başarırsak erteleme hastalığından kurtulabiliriz. Örneğin bir evde her gün az da olsa bir miktar temizlik yapmak uzun vadede yorucu ve yıpratıcı temizlik yapma gereksinimini ortadan kaldırabilir. Ya da bir öğrenci için her gün az miktar yapacağı tekrarların uzun vadede etkileri gibi...
#"Ertelemek hakkında bir hadis bile var ki bu da bu hastalığın insan fıtratı için ne denli tahrip edici olduğunu ortaya koyar. Sevgili peygamberimiz "Erteleyen(yarıncılar) helak oldu. " diyerek olayın ciddiyetinin altını çizmiştir.
#Bu konuda "erteleme hastalığım var" şeklinde bir kabullenişin bile bilinçaltımıza zararı büyük. Çünkü bilim insanlarının dediği üzere bilinçaltı aptaldır ve söyleneni kabul eder ve hemen ona göre davranır.
Notlar böyle canlar. Dilerim bu konuda daha uyanık oluruz ve bilinçaltımızın iradesini ele alıp erteleme hastalığından uzak oluruz.
Herkese sevgiler...
Fotoğraf, Kuşadası / Hafta sonundan...